Kış günlüğü


   ''Şubat ayı en kısa aydır derler; ama yanılıyor olabilirler, biliyor musunuz?
     ... Kuzenlerinden ne kadar daha ufak tefek görünürse görünsün, hepsinden uzun sürüyormuş gibi bir inanca sahiptir. Kışın en gaddar ayıdır. Çok zalim oluşu, maskeli baloya gidiyormuş gibi ilkbahar kılığına girebilmesinden, bunu birkaç saat sürdürüp sonra maskesini sadist bir kahkahayla çıkarmasından, herkesin suratına buzlar tükürmesinden ileri gelir ki, buna uzun süre dayanmak gerçekten güçtür.''


Kafamda dönüp dolaşan güzel tümcelerle, yanında kendisine eşlik eden nice demli çay, buram buram kokan kahveyle hayatımın tam da soğuk Şubat ayına denk geldi ''Parfümün Dansı''.
Benimle kendisinin geleceğini bilmeden, önceden planlanmış bir gezinin sürpriz yolcusu oldu. Tıpkı Alobar ile Kudra gibi, onlar kadar uzun olmasa da, başka diyarlara yolculuk yaptı. Soğuk bir günde İstanbul'dan kalktı, onların çok yakından tanıdığı bir şehre Paris'e gitti. 


Şimdi üstüne yol izlerimin biriktiği onca çizgiyle ''Parfümün Dansı'' kitaplığımdaki yerini aldı.




Sonra okunmayı bekleyen kitaplarımı sadece tek bir göz kırpmasıyla kenara itip, kucağıma yerleşen   ''Kış Günlüğü'' oldu.


Bazı geç tanışmalar daha iyiymiş gibi geliyor bana. Ben de büyüyorum herhalde! Eski aceleciliğimi üstümden atmaya çalışıp, hayatımdan telaşı çıkarmaya gayret ederken, geç gelen dostların daha bir değerini biliyorum. Ya diyorum zamanından önce gelselerdi, ya dünkü aklımda anlayamasaydım onları, zamanından çok önce ortaya çıkan, kıymeti bilinmez aşklar gibi silinip gitselerdi hayatımın sayfalarından.
Paul Auster ile tanışmamız Allah'tan onu anlayabileceğim yaşlarıma denk geldi. Şimdi gelse karşıma otursa diyemez bana ''sen benim değerimi bilmedin'' diye. Sevdim onu ben, hem de çok yürekten. Yazdığı diğer kitaplarının satır aralarında, kapıların arkasından okuyucularına göz kırpıp, minik ekmek kırıntıları bıraktığını biliyordum bilmesine ama, böyle yekten insan beş yaşına, sonra on iki yaşına, sonra yirmi beşlerine geri dönerse, bir okuyucu nasıl zevkten dört köşe olmasın? Nasıl Paul Auster'ın peşine elinde küçük ama hiç boşalmayan efsunlu bir kahve fincanıyla düşmesin? Hem de bol köpüklüsünden, hem de içtikçe köpüğü çoğalandan!


Bir de kitabın kapağı var ki, beni benden aldı. Üstünde değişik numaralar taşıyan o kapıların hepsinin zilini çalmak, sağda en tepede köşede duran kırmızı zarif tokmaklı kapının arkasına ''merhaba'' diye seslenen bir tını bırakmak istedim. Nereden geldiği belli olmayan ama beni çok mutlu eden bir yolculuk rüzgârını '' bu kapılar kim bilir hangi bilinmez sokağa gizlenmiştir? '' sorusuyla bana taşıyan ey sevgili kitap kapağı!
 ''Sana bayıldım ben.''
Kışın bu soğuk karlı günlerine, ciğerime oturmuş bu sonu gelmez öksürüklerime bu günlük yakışırdı bence.
İlaç niyetine okuyorum, kapı kapı geziyorum!

Etiketler: