 |
Biraz cesaretle belki biz de bineriz bir motosikletin sırtına! |
Mart ayında geçen seneden planlanmış bir seyahatin peşine düşeceğiz. Yıllar önce yolumuzun düştüğü bir yere tekrar dönüyoruz. Kötü anıların güzelim şehri gözümüzden düşürmesine izin vermemiştik ama ikinci kez merhaba demek için de uzunca bir süre bekledik. Şimdi kısmetse tüm yolların çıktığı yere ''Roma''ya gidiyoruz.
Bana Roma'yı anımsatan filmlerle havaya girmeye başladım bile ben!
İlk filmimiz arşivimizdeki yerini çok önceden almış, tekrar keyifle seyrettiğimiz ''Roma Tatili''.
Filmi dvd'nin hortum gibi içine çeken cd gözüne taktığımda yanımda benimle film seyretmeyi keyif haline getiren oğlum vardı. Koltuğun bana yakın ama kendine ait olan kısmına kıvrılıp, film seyretme moduna çoktan girmişti bile. Ekrana gelen siyah-beyaz görüntülerle karşılaştığında, ''Nasıl yani renkli bir film seyretmeyecek miyiz biz?'' sorusuyla karşı karşıya kaldım.
Onunda kabullenmesi gereken gerçek şuydu ki, Roma'yı siyah-beyaz bir çerçeveden seyretmek zorundaydı. İlk on dakikasını seyredip, sevmezse devam etmemesi koşuluyla yolculuğa başladık. Bir prensesin neden tek başına bir şehrin sokaklarında dilediği gibi gezemeyeceğini film bittiğinde dahi anlamadı.
Prenses Ann ve yakışıklı gazetecimiz Joe Bradley Roma'nın altını üstüne getirdiler film boyunca. Sokaklarda yürüdüler, kahve köşelerinde keyif çattılar, ''Gerçeğin Ağzı'' adındaki muhtemel bir logar kapağına ellerini sokup kendilerini sınadılar.
 |
İspanyol Merdivenleri'nde, Prenses dondurmasını yerken! |
 |
Karnımız doyduğuna göre artık gezme vakti! |
Bu filmde ilk başrolünü oynayan Audrey Hepburn ilk Oscar'ını almış.
Yıllar önce beklenmedik bir sıcağın altında, uzun uzun gezmiştik Roma'yı. Adının bilindikliğine güvenip, bir tur acentasını peşinden bu güzel şehre ayak basmıştık. Basmıştık basmasına ama otel şehrin dışındaydı, turun anlaştığı otobüs firması ortalıklarda yoktu ve üstüne üstlük şehirde ulaşımla ilgili bir greve denk gelmiştik. Sonradan öğrendik ki aslında sık sık tekrarlanan bu grevlere denk gelmemek bir mucizeymiş. Bu durum karşısında Roma'da tüm ulaşım yollarını öğrenmek durumunda kalmıştık. Ağır aksak bir ritimle ilerleyen trene binip, her seferinde uzun bir yolculuğa çıkıyorduk.
Vatikan'ı gezmiş ama Sistin Şapeli'nin önündeki uzun kuyrukta bir saat bekledikten sonra kuyruğun uzunluğuna bakarak daha ne kadar bekleyeceğimizle ilgili kafamızda bir orantı kurmuş ve bir kafede oturup etrafın keyfini çıkarmaya karar vermiştik.
Prenses Ann'a bakıp oralarda ne yapacağım diye kendime sorunca şöyle şeyler geldi aklıma:
- Tabii ki İspanyol Merdivenleri'ne gidilecek. Her zaman iğne atsan yere düşmeyecek konumda olan merdivenlerin biraz sakin olması için dua edilecek. Seyyar bir dondurmacı bulma umudum yok ama mutlaka bir köşe başında bir dondurmacı olduğundan şüphem olmadığından, Audrey gibi şapırdata şapırdata dondurma yenilecek. Audrey bile yediğine göre, ben de yerim. Gerçi benim sevgili koca, o esnada dondurasını bitirmiş olduğundan gözü benim dondurmada olacak.
- İspanyol Merdivenleri'nin hemen yakınlarındaki sokak, Via Margutta, filmde seyrettiğimiz Joe Bradley'in evi. Eh evin peşine pek düşmek gelmiyor içimden ama aynı sokak 110 numarada bir zamanlar Fellini'nin yaşadığını bildiğimize göre belki bir göz atabiliriz.
- Trevi Çeşmesi'nin hemen yanında, Via della Stamperia'da, 85 numarada Prenses saçını kestirmişti. Kapıda kocaman bir Berber levhası vardı. Yok hayır, saçımı falan kestirmeyeceğim tabii ki!
Daha yapacaklarım var ama onlar da başka filmlerin hatırına:)
Etiketler: Günlük Hikâyeler, roma gezi notları, roma gezi rehberi, roma gezi yazıları