MASUMİYET MÜZESİ VE BEN!
Hayat sahiden de biz planlar yaparken, başımıza gelen şeylerden ibaret galiba... Mesela bugün oğlum okula, eşim işe gidecek, ben de önce yürüyüşe, oradan spora gidip, bir sauna keyfiyle kendimi taçlandıracağım derken...
Hayallerim suya düştü.
Oysa ben spor salonunda keyif yaptıktan sonra fotoğraf makinamla beraber Kadiköy'e gidecek, hafif çiseleyen yağmurun altında balık tezgahlarının fotoğraflarını çekecektim. O da yetmeyecekti elbet; bu ana kadar keyfim tavan yapmış olacağından, bir de aşağıdaki kahvelerden birinde kahve ziyafeti çekecektim kendime.
Şimdi mi?
Evdeyim. Koca kişisi hastalık sebebiyle işe gidemedi. Üzgün değilim ama. Çalışmaktan evin tadını çok çıkaramamaktan olsa gerek, evde olmakta garp bir sevinç veriyor bana. Üstelik pencerenin ötesinde yağan yağmuru seyretmenin keyfi de bambaşka.
Mis gibi çayım yanımda, klavyem parmaklarımın ucunda...
Ey bu blogun yazarı Orhan Pamuk'la senin alıp veremediğin nedir? Anlat bana!
Vallahi bilmiyorum ve onu sevmek için elimden geleni yapıyorum.
Orhan Pamuk'la aramızdaki garip ilişkinin temelinde iyi bir okur olan eşimin Orhan Pamuk'a duyduğu hayranlık yatar. Bizim evde Orhan Pamuk dendiği zaman akan sular durur. Eşimin ona duyduğu sevgi zaman zaman ben de, uzak bir akrabaya duyulan kalpten gelen bir sevgi izlenimi yaratır. Sanki her an kırılmaya hazır bir porselen gibidir o!
ve ben bir türlü anlayamadığım bu yazar ile kocamın ona duyduğu sevgi arasında kalır, dururum. Hiç feministçe olmayan bir tavırla, biraz da gururumu ayaklar altına alarak sevmeye çalışırım bu yazarı. Sevdiğim adamın çok sevdiği bir yazarı onun gibi sevmek, benim bir eş olarak en birinci görevimdir ne de olsa...
Anlatması, söylemesi güzel de, bir türlü böyle olmaz nedense.
Orhan Pamuk'u sevmek adına her yeni adımım başka bir fiyaskoyla sonuçlanır durur.
Peki ya şimdi?
Orhan Pamuk'u anlama ve sevme çalışmaları kapsamında Kara Kitap ve Sessiz Ev denemelerimden sonra Masumiyet Müzesi elimde... Yani on gündür elimden düşmüyor bir türlü! Hatta elime yapıştı!
Durumum bu kadar çaresiz!
Harıl harıl okuduğumu gören kocam ise daha iki gün önce elinde Cevdet Bey ve Oğulları ile yamacıma geliverdi. ''Mutlaka,'' dedi ''ama mutlaka bu kitabı okumalısın.''
Masumiyet Müzesi'ne ilk başladığımda kitap hoşuma gitti. Yasak buluşmaları, nişan gecesinde karnını ağrıtan kıskançlık krizleri, vs...
''Tamam,'' dedim. ''Şeytanın bacağını kıracaksın Özlem, sen!''
Sonra Füsun bir kayboldu, Kemal kendini şaşırdı. Bitmeyen sayfalar boyunca Füsun'a duyulan geçmeyen özlem duygusu, ondan başka bir şey düşünememe hali, hayatını mahvetmesi ve Füsun, Füsun, Füsun...
Sıkıldım vallahi... Fena bir okur olmadığımı düşünüyorum; ama her Orhan Pamuk okuması denememde, bu fazlaca uzayıp giden aynı konuyu anlatma durumu beni çok sıkıyor. Kendi ağzımdan çıkan bu cümleleri sarfetmek istemesem de, kendimi ''offf'' nidaları atarken buluyorum.
Masumiyet Müzesi'nde masum olan kim onu da anlamış değilim. Bana göre kitaptaki herkes anasının gözü! Kemal'i romanın safı ilan ediyorum bir de!
Evet, kitabım daha şimdilik bitmedi, belki de dengeler değişecek, bilemiyorum.
Sadece kitabı bitirmem lazım ama gözümde büyüyor. Hele bir bitsin kitabım, en azından Orhan Pamuk'u anlayıp, gereken değeri veremesem de, ''elde var üç'' diyerek yoluma devam edeceğim.
Heee, bu arada görüşemezsek herkese iyi bayramlar...Etiketler: kitap kokusu, masumiyet müzesi, orhan pamuk