Pazartesi sendromu...

Evlendiğimde bir müddet evcilik oynadım ben. Nasıl güzel geliyordu ilk başlarda. İşten çıktıktan sonra eğer gerekiyorsa markete uğruyor, sonra çok doldurmamaya gayret ettiğim poşetlerimi oflaya puflaya evin bulunduğu tatlı yokuştan çıkarmaya çalışıyordum. Aslında çok uzun olmayan yol boyunca dinlenmek için birkaç kez durduğum oluyordu. Apartmanın kapısının önüne geldiğim zaman çoğu kez anahtarımı unuttuğumu fark ediyor, kendime sinirlenerek elimdekileri kapının önüne bırakıp, yakınlarda oturan anneme gidiyordum yedek anahtarları almak için. Ben hayatımın büyük bölümü boyunca anahtarlarımı kaybedip durdum hep. Belki bu durum, her zaman bana kapıyı açacak birilerinin olmasından kaynaklanıyordur.

Semtteki marketleri her gün teker teker gezme alışkanlığını babamın ölümünden sonra bir hobi haline getirmiş annemi evde bulmak için dua ettiğimi hatırlıyorum bir de. Yoksa başka bir kapıda mahsur kalır, bu sefer onun gelişini beklemeye koyulurdum. Elinde küçük naylon bir poşeti sallaya sallaya gelen anneme bakar ve sanki en doğal hakkımmış gibi soruyu yapıştırırdım suratına:

''Nerdesin sen?'' (Bizim ailede herkes birbirine hesap sormaya pek meraklıdır.)

Sorduğum soruya ya da çirkefliğine aldırmadan cevap verirdi bana:

''Bugün falanca markette domates salçasında indirim vardı, gidip bir kavanoz alayım dedim.''

Annemin evine varıp anahtarımı aldıktan sonra yine aptallığıma söylenerek aynı yolu gerisin geriye yürürdüm.

Eve vardığımda hemen yemek işine girişirdim. O seneler yemek yapmayı sevdiğimi zannettiğim zamanlardı. Genelde yaptıklarım yanında salatası olan tek çeşit yemekler olurdu. Doymayan olursa aynı yemekten bir tabak daha alırdı. Alah'tan yemek konusunda karşımda hiç sorun çıkarmayan bir kocam vardı. Ekmeğin arasına turşu koyup versem itiraz etmezdi. Gel zaman git zaman ben tarihinde görülmemiş bir ilk yaşayarak altı kilo aldım. Bu zannediyorum ki, evcilik oynamaya kalkan her yeni yetmenin başına gelen bir durumdu. Zaten evliliğimiz de ilk iki senesini dolduruyordu ve ben oynadığım eski oyunlara dönmek istiyordum. Hayat sinemaya gitmek, kitap okumak, müzik dinlemek, sahilde yürümek, çaylar kahveler içmek ve sohbet etmek demekti. Yemek yapmayı bıraktım. Akşam eve gidip, yemek yapmak nasıl mutsuz ediyordu beni! Ufak ufak annemden yemek yapmasını istemeye başladım. İşten eve geldiğimde hazır yemek bulmak nasıl mutlu ediyordu beni; üstelik kocam da annemin yemeklerini benim yemeklerime tercih ediyordu. Hiçbir zaman ''karımın yemeğinden başkasını yemem'' diyen bir koca olmadı. Neden acaba? 

Benim için kendime geri döndüğüm, mutlu mesut yıllarıma kavuştuğum yıllardı işte. Sonra, çok sonra hadi artık bir çocuğumuz olsun dediğimiz bir yıl geldi, çattı. Biz buna karar verdiğimizde çocuğumuzun olmadığı ile ilgili söylentiler artık ayyuka çıkmış, yüzümüze karşı söylenir hale gelmişti.

Ne mi oldu? Vallahi çocuğuma bakmak çok zor geldi bana! Yemek yapmaktan çok daha zor bir işti! 
İşte bu yüzden, sırf bu yüzden ben ''Pazartesi Sendromu'' falan yaşamam. Çok severim işe gelmeyi :) 

Etiketler: