Kitapların dili olsa, onları nerelerden alıp getirdiğimi anlatsa!

Bazı yazarların yazım diline hayran olmamak mümkün mü?

     Kitaplığımda yıllar önce aldığım ve dokunmadığım yüzlerce kitap var. Evet, yüzlerce! Çünkü kitap almakla ilgili önlenemez bir arsızlığım söz konusu.
    Okumaya başladığım yıllar, ilkokul yıllarım. Okuma alışkanlığı edinmenin çok önemli olduğunu düşünen bir ilkokul öğretmenine sahibim. Keşke şimdi annemin evinde kim bilir nereye sıkıştırılmış eski fotoğraf albümlerine elimi dokundurabilsem. Eminim annem onca fotoğrafı, orta boy bir kutunun içine sıkıştırıvermiştir.

     Yeni dijital teknolojilerin hayatımıza kattığı kolaylıklara rağmen, elimizde dokunabileceğimiz çok az fotoğrafımızın olması enteresan bir çelişki. Şimdi bugünden tezi yok, hemen tüm fotoğraflarımızı tab ettireceğim desem, bu da okkalı bir yalan olur. İyisi mi ben söylenmeye devam edip, pek bir şey yapmayayım. :-)

   Diyeceğim şu ki, Mehmet Öğretmenimin yılların içinde eskimiş bir fotoğrafını şuraya koymak isterdim. O yıllarda minik ilkokul sıralarının ardında oturur, tüm sınıf okuma için ayrılan ders saati kitap boyunca okurduk. Bazıları bu saatten sıkılır, okuduğu kitabı anlatma derdi olmasa ellerindeki kitabın yüzüne bile bakmazdı. Kimileri arkasına sakladıkları kitabın ardında günlük hayallere dalarlardı. Belki o günlerin aklımda hiç silinmeyen anısından olsa gerek, ne zaman kitap okusam etrafımı hafif sisli bir hava kaplar. Yağmurun sesi her zaman, kitap okumanın dayanılmaz keyfini taşır kulağıma.

    Neler okuduğumu tüm detaylarıyla hatırlayamasam da Heidi, benim çocukluğumun kahramanıdır. En çok Alpler'de büyük babasının yamacında geçirdiği zamanları severdim. Evin yuvarlak pencereli çatı katı, ve ardında uzanan Alpler... Samandan yapılma, konforlu yatağı bugün bile aklımdadır. İyi kalpli Clara ise ne yaparsa yapsın bir türlü gözüme giremez. Benim için Heidi'yi büyük babasından ayıran, arkadaşa muhtaç sakat kızdır Clara. Hem hemen kalkıp, yürüse ne olur sanki?

    Pollyanna mı, Tom Sawyer mı derseniz, tek kelimeyle Tom'u tek geçerim. Evinden kaçıp nehir kenarında bir barakada geçirdiği günler, onun gözümde bir halk kahramanlı yapmaya yetmiştir de artmıştır bile.

     Sonraları başkaları girdi hayatıma... Yavaş yavaş ben farketmeden! 
    R.L. Stevenson'ın satırlarında bir sürü adaya gittim, geldim. Karşıma denizlerde çılgınlar gibi esen korsanlar, içinde defineler saklayan mercan adaları çıktı.

     Enid Blyton'ı söylememe gerek var mı bilmiyorum. 
   Bir tek, Kemalettin Tuğcu'yu sevmedim ben. Ömer Seyfettin, Gülten Dayıoğlu, İpek Ongun hep sevdiğim yazarlar arasındaydı. Bugün oğlumun eline de Gülten Dayıoğlu kitaplarını verdiğimde içimi müthiş bir keyif kaplıyor. 

   Sizi yazının peşinden sürüklediğim yere bakın. Ben bu blog sayesinde çok konuşur, çok anlatır oldum. Kitap ve sokak denince ne yapacağımı şaşırıp kalıyorum. 

   Demek istediğim ilkokul çağında başlar okuma serüvenim. Ortaokul ve lisede de okumaya devam ettim. Harçlığımın büyük kısmını kitap almak için toplardım. Kitap Fuarı benim lise yıllarımda Taksim'deydi. Fuar yaklaştığı zaman kavanozumda biriken parayı önüme döker, evdekilere de yalvarıp dururdum. 

Jules Verne tüm zamanlarımın en sevdiğim yazarlarından oldu. Sonra gel zaman git zaman, kocam girdi hayatıma. Pek tabii, koca kişisi olarak girmedi hemen. Önce arkadaş olduk, sonra hem arkadaş hem sevgili, sonra hem karı koca hem arkadaş... 

    İtiraf etmeliyim ki, muhteşem bir kitaplığı vardı. Latin Amerika Edebiyatı ve Orhan Pamuk özel ilgi alanı içindeydi. Hafta sonları Beyoğlu'na gider, Balık Pazarı'nın hemen yakındaki girişten sahafların olduğu pasaja girerdik. Can Yayınları'ndan satılan bir kitap gördü mü dayanamaz hemen alırdı. 
Şimdi bakıyorum da kitaplığımıza ne çok kitap almış o zamanlar... Bazen beni bile şaşırtan keşiflere denk geliyorum.

    İkimizin kitapları birbirine eklenince bizim kitaplık aldı başını gitti. Bir ara bir hayli kitabı da gözden çıkarmama rağmen!

    Geçen sene ya da ondan önceki sene Mario Levi'nin yazı atölyesine giderken iki haftada bir kitabı okuyup, aramızda tartışma kararı almıştık. Kitapları Mario Hoca seçiyordu. Bunlardan bir tanesi Emil Ajar takma adıyla yazan Romain Gary'nin ''Onca Yoksulluk Varken'' isimli kitabıydı. 
Kütüphanenin bir köşesinde bu kitabın olduğunu hayal meyal hatırlıyordum. Eve gelip, kitaplığın karşısına geçtiğimde yanılmadığımı fark ettim. Hemen okumaya başladım. 

Allahım, o nasıl bir lezzetti öyle! Yemin ediyorum, bir gün şu dünyadan göçüp giderken, en çok okuyamadığım kitaplar için üzüleceğim. Romain Gary ise yüzümü hayranlıkla gülümseten yazarlardan biri olacak. 


Pek kıymetli not: Postu yazmaya Romain Gary ve kitaplarından bahsetmek için başladım. Geldiğim durum açıkca ortadadır :) Romain Gary'nin kaleme aldığı ''Şafakta Verilmiş Sözüm Vardı'' ve sonrasında okuduğum Carlos Fuentes'in ''Diana'' isimli kitaplarını hemen anlatacağım..



Etiketler: