Dünyanın diğer ucu neresi ki?


Kuzey'in elinde en sevdiğim kitap! Çocuklukta sürdüğüm rotaların peşine şimdi onun takılıyor olması zaman zaman çocukluğuma taşıyor beni. En güzel yolculuklardan biri olsa gerek çocukluk! Bazen geriye dönüp hayal etmeye çalışıyorum; serin yazlar kaplıyor etrafımı. Anneannemin bahçeye cepheden bakan kocaman balkonu, balkonun içine arsızca uzanmaktan utanmayan erik ağacı, halıyla kaplı serin zemin...

Öğlen vakti olmuş, balkonun sokağı en güzel yerine kurulmuş masa çoktan yemeklerle donatılmış. Bizim masanın en sık ağırlanan konuğu taze fasulye, zeytinyağlı ve çalı olanından. Annemden daha güzel kimse zeytinyağlı fasulye yapamaz. Tencerenin içinde bile asker sırasıyla durur annemin fasulyeleri; zaten annemin süsü yoktur hiç. Belki çocukluğumun geçtiği yazlarda borcam olmamasından, belki de annemin miladına borcam doğmadığından annemin küçük tencerelerinde geliyor sofraya yemeğimiz.
Ohhhh nefis!
Salata da olmazsa olmaz. Tabak tabak yediğimi hatırlıyorum fasulyeden.

Üstüne üstlük şanslı bir çocuğum ben, öğle uykusuna yatırmayan bir annem var. Yemekten sonra yatağa hapsedilen çocuklar yerine, balkonun tenha bir köşesine çekiliyorum hemen. Yastıkların üstüne kuruluyorum, kitabımı elime alıyorum.

En çok Altın Kitaplar'ın ciltli kitaplarını seviyorum. Üzerinde kuşe kağıttan kapaklar var. O zamanlar da öyle düzenliyim ve kitaplarım öyle kıymetli ki, okumaya başlamadan önce uzun uzun kitabın kapağına bakıp, sonra salondaki beyaz konsolun çekmecelerinden birine koyuyorum kapağı. Yırtılmasın diye!

Altın Kitaplarda, Gülten Dayıoğlu kitapları favorim. ''Ölümsüz Ece''yi okurken nefesim kesiliyor. Üç bin yaşındaki Hitit Prensesi Ece'nin Anadolu topraklarında gezintisi, benim de hayali ilk yolculuklarıma denk geliyor. Büyünce anlıyorum Gülten Dayıoğlu'nu neden bu kadar çok sevdiğimi! Çocukluğun uzun yazlarında bile yazarla aramda nasıl bir köprü kurduğumu şimdi anlıyorum.

Bir de Serhat Yayınları var. Klasik çocuk edebiyatıyla sanırım bu yayınevinin yayımladıklarıyla buluşuyorum. Heidi, Polyanna, şimdi adını hatırlayamadığım çilli ikizlerin serüvenleri....

Çocukluk yazlarım geride kaldı şimdi! Evin karşısındaki Rıfat Abimin bakkalı çoktan kepenklerini indirdi. Rıfat Abimin gözlerimin önüne getirmeye çalıştığım imgesi, onunla ve İlker'le beraber gittiğimiz ilk Zülfü Livaneli konseri kadar sisler ardında. Taksim, o ilk hatırladığım Taksim'den başka anlamlar yüklenmiş üstüne... Ey Özgürlük, diye nasıl da çığlık çığlığa bağırıyordu onca kalabalık...
Kızını üniversite mezunu bakkal abisiyle Taksim'e Zülfü Livaneli konserine yollayan babam da yok artık. Yine Altın Kitaplar baskılı iki ciltlik Victor Hugo'nun Sefiller'ini eve getirdiği gün dün gibi aklımda.
''Fazla kalın değil mi bu kitaplar? '' diye gözlerinin içi gülümseyerek sormuştu.
Babam, anneannem, dedem olmadığı gibi, o geniş bahçeli ev de yok artık.
Yerine İstanbul gerçeği apartmanlar sıralandı teker teker...

Ah, nerelere geldim ben?
Yolculuk diyorum ya hani devamlı, bu yollara vurma telaşı beni içimde bir gün başka yerlere götürecek herhalde!

Kuzey diyordum, elimde en sevdiğim kitap: 80 Günde Devrialem.
'' Jules Verne, ne güzel yazmış!'' diyor.
Evet, diyorum.

Etiketler: ,