Heyecan uyandıran bir başlık attım ki uyuyanlar uyansın ve ben gitmeden önce vereceğim dedikoduyu dinlesinler.
Görüldüğü üzere ben, artık cümle alemin alıştığı üzere Vietnam- Kamboçya gezisinden geldiğimden beri yazacaklarımı bir türlü bitiremedim. Allah'tan yazacağım her bir şey, hem defterlerimin hem de beynimin bir ucunda duruyor.. Şunu da yazmalısın Özlem bunu da şeklinde her an yazacaklarımı anımsayarak kendime vicdan azabı çektirmeye devam ediyorum.
Vallahi anlatacağım. Ama ne zaman?
Merak uyandırmak da değil niyetim! Çok işim var ya, sahiden çok işim var. Yetişemiyorum. Her akşam işten geldikten sonra oturup yazacağım diyorum, oğlanın ödevleri bitip yatırana kadar saat neredeyse on bir oluyor. Sonra koltuğa serileyim, iki dakika kendime geleyim derken, kendim değil ama uykum geliyor. Evet, uykusuzluğa dayanamıyorum. Yılbaşı gecelerinde plan yapmaktan ısrarla kaçınıyorum çünkü planlarım en fazla saat on iki sularına kadar sürebiliyor.
Nasıl elmanın sadece tarçınla karışıp elmalı kurabiyenin içine harç olmak için yaratıldığına inanıyorsam, insan evlatlarının da en fazla gece on ikiye kadar ayakta kalmak için yaratıldığına tüm kalbimle inanıyorum.
Bu durumda anlaşıldığı üzere geceleri yazamıyorum, ama çok iyi uyuyorum.
Ben Cuma günü Singapur, oradan da Tayland'a doğru yola koyulmadan önce size küçük bir hikâye anlatacağım.
Ho Chi Minh City'den Hanoi'ye geldiğimizde söylediğim gibi rehberimiz Tiin'den kurtulmuştuk.
Her hikâyenin nasıl bir anlatıcıya ihtiyacı varsa, Vietnam maceramızın da dile gelmek için Lily'ye ihtiyacı varmış da, biz bunu bilmiyormuşuz.
Hanoi'deydi galiba, hava çoktan kararmıştı ve biz otelimize dönmeye çalışıyorduk. Şehre girişimizle beraber yoğun bir motosiklet trafiği etrafımızı sardı. Yolun kenarındaki kaldırımlarda yemeklerini yiyen kalabalık, birkaç gündür görmeye alıştığımız tanıdık görüntüleri oluşturmuşlardı. Bir gün önce Lily Vietnam'da kaldırımların yürümek için değil, insanların yaşamlarını sürdürmesi için kullanıldığını anlatmıştı. Kaldırımlar, evlerin yemek odaları gibiydi tıpkı. Göz göz dükkanların önünde küçük tabureler ve masalar vardı. Kaldırımlara konulmuş kocaman tencerelerde yemekler ( özellikle pho- fö çorbası) pişiyor, Lily'nin söylediğine göre de hemen hemen tüm Vietnamlılar buralarda yemeklerini yiyorlardı. (Evde yemek yapmak, sokakta yemekten daha pahalıymış.)

Daha sonra daha fazla şaşıracağımı bilemeden, küçük tezgahların üstündeki pişmiş olarak duran köpeklerin görüntüsüyle kalakaldım. Hani hep duyulan hikâyelerdi bunlar, şaşırmamam gerekirdi. Kaldı ki ne farenin pişmiş görüntüsü iğrendirmişti beni, ne de elma kurtlarının çıtır çerez hali.
Ama köpek başka bir şeydi ya!
Gezdirdiği turist kafilelerinin bakışlarına ve belli ki cümlelerine alışkın Lily ne bir kızgınlık gösterdi söylediklerimize ne de alınganlık. Her zamanki gibi gülümsedi.
''Köpek eti yemek, kötü şansı uzaklaştırır kişiden ve aileden dedi. O yüzden yemek lazım. Zaten köpek eti çok kokar. O yüzden evlerimizde pişirmeyiz hiç, yan mahallede bir evde bile pişse kokusundan hemen köpek piştiği belli olur dedi.
Ah köpek mi, diye ekledi. Bizim için köpek kapıdaki tavuktan farksızdır. Nasıl tavuğu pişirip yiyorsak, köpeği de vakti gelince pişiririz dedi.
Gece yarısında mezardan çıkan kemikler...
Sonra gün ışığında başka bir gün yolumuza devam ederken, pirinç tarlalarının ortasındaki mezarları merak edip sorduk.
Eskiden evin büyükleri öldükleri zaman tarlalarına gömülürlermiş. Böylelikle ev ahalisi aile büyüklerinin ya da sevdiklerinin gömülü olduğu tarlaları bırakıp, başka yerlere göç etmezlermiş.
Mesela dedi Lily, birkaç yıl önce babam öldüğünde biz de böyle yaptık. Babamı kendi tarlamızın ortasına gömdük. Babamın ölümünden beş yıl sonra da annem her zaman yaptığı gibi mahallemizdeki falcıya gitti. (Fortune teller) Babamın mezarını tam olarak ne zaman açacağımızı öğrenmek istiyordu.
Hikâyenin burasında otobüsün içinde sineklerin bile vızıldamayı kestiğini tahmin ediyorsunuzdur herhalde.
Nasıl yani diye bağrındık tabii hemen? Babanın mezarını neden açtınız ki?
Offf, bu bir gelenektir dedi. Açmak zorundayız. Yoksa kötü şanstan kurtulamayız.
Özellikle erkek kardeşimin yapması gereken bir şeydi bu! Tabii aile fertleri olarak bizim de yanında gitmemiz gerekiyordu. Falcının bize söylediği gibi sabaha karşı üçte annem, ben ve erkek kardeşim yanımıza saf alkol olarak babamın mezarına gittik. Geleneklerimizin söylediği gibi babamın mezarını açtık çünkü her bir kemiğini çıkartıp alkolle temizledikten sonra bir kutuya koyup tekrar gömmemiz gerekiyordu.
Kendinizi düşünebiliyor musunuz?
Gecenin bir yarısı elinizde kazma, kürek, alkol ve bir bezle babanızın mezarının başındasınız.
Neyse ki Lily ve ailesi şanslıymış çünkü falcı babasının mezarı için açılması gereken doğru zamanı söylemiş. Babası ilaç kullandığı için mezarın açılması gereken üç seneden fazla beklemişler. Zaman zaman hasta ve ilaç kullanan insanlar öldükten sonra hemen çürümüyorlarmış ve o zaman kemiklerden kalan etleri sıyırmak gerekiyormuş.
Hoş olmuyor tabii, dedi.
Biz de sustuk.
Halimize şükrettik.
Köpeğin çektiği de neymiş ki?
Mezarda bile rahat yok insana burada!
Etiketler: Hanoi Gezisi, Korkunç Hikayeler, Seyahat hikayeleri, Vietnam Gelenekleri, Vietnam Gezisi, Vietnam-Kamboçya, Vietnam-Kamboçya Gezisi