Can Tho ve Mekong Nehri'nde gezinti: Bölüm 2

CAN THO'DAN AYRILIYORUZ

İlk günün sonunda öğlen yemeğinden sonra tekrar teknemize bindik. Tekneye binmek ve inmek alışkanlık haline gelmişti artık. Biraz daha Mekong Nehri üzerinde yolculuk yaptıktan sonra kıyıya yanaşarak bizi yolda bekleyen otobüsümüze geldik. Şimdi Can Tho şehrine doğru yola çıkma zamanıydı.
Saygon'da da Mekong Nehri üzerinde yaptığımız gezi sırasında da yoksulluğa tanık olmuştuk elbet. Şimdi gece günün sonuna yavaş yavaş biterken, otobüsle geçtiğimiz yol üzerinde yaşam daha da zorlaşmıştı sanki. Otobüsün camından yansıyan bir kaç kere sizlere:






Geldiğimiz yer, Can Tho, sayfiye gibi bir yerdi. Nehrin kenarına sere serpe yayılmış bir otel olan Victoria Oteli'nde konakladık. İsmi gibi otelin içi ve tarzı da Victorya dönemi mimarisinden izler taşıyordu. Akşam yemeğinden önce masaj yaptırmakta kararlıydım. Uzaktaki doğu ülkelerine geleli bir gün olmuştu ve ben hâlâ masaj yaptıramamıştım!!! Ben buraya gelene kadar İstanbul'da aylarca sadece bu hayalle yaşamıştım. Oteli de odalarını da çok sevdim. Yarın ayrılacaktık otelden ayrılmasına ya, hani zaman olsa birkaç gün burada konaklamaktan acayip keyif alırdım. Mevsimin muson olmasından dolayı mı bilmiyorum ama otelin içi çok kalabalık değildi. Bu da otele güzel bir sessizlik, tarifsiz bir keyif katıyordu.






Peki burada akşam yemeğinde ne yedik? Genel hatlarıyla bakacak olursak güzel bir yemekti. Kola bildiğimiz kolaydı. Dünyanın her yerinde bu evrensel tadı bulmak enteresan; üstelik Amerika'nın Vietnam üzerinde yarattığı yıkıcı etkileri düşülecek olursak, bu kadar yakın bir geçmişten uzanıp, komünizmle yönetilen bir ülkede masalarımıza konuk olması incelenmesi gereken bir konu!





Yukarıdaki fotoğrafta gördükleriniz cips aslında. Yıllar önce Çinli bir arkadaşım evinde ikram etmişti bize, benden heves edip alıp evde yapmıştım. Real Marketlerde satılıyor. Aslında mika gibi bir şey! Kızgın yağa attığınızda pişerken büyüyor ve harika oluyor. Karides cipsleri hazır!


Tanrı bazı şeyleri benim için yaratmış. Parmaklarımı yerim valla, dikkat edeyim.

Çorba lezzetli olmasına rağmen içinde az miktarda kişniş barındırıyor. Bu da benim çorbamı yememem için geçerli sebep! Selçuk beni şaşırtıyor ve benim çorbamı da yiyor. 

Çorbamı yiyen Selçuk'a diğer yemeklerden fazla yiyemediği için dondurmamı vermek durumunda kalıyorum. 
Allah'tan her yemeğin yanında tuzsuz ve yağsız pirinç var da, Selçuk oturup yiyor. Söylediğine göre kola ve lapa pirinç birbirine tamamlıyormuş.

Odaya çıkıp da masanın üstündeki küçük kitapçığı ve ''gecko'' denilen minik kertenkelelerle ilgili uyarıyı görene kadar tavanda öylece duran kertenkeleleri fark etmemiştim açıkçası.



Akşam yemeği, günün yorgunluğu, masaj ve ardından sıcacık bir çay derken kendimi Can Tho'nun sessizliğinde kendimi keyifli bir uykuya, kertenkeleleri de Selçuk'a emanet ettim.

Sabah uyandığımda başka bir Mekong Nehri gezisine gideceğimizden haberdar değildim. 😠 Tüm Vietnam gezisini nehrin üzerinde geçireceğiz galiba şeklinde bir konuşma balonu kafamın üzerinde dolaşmaya başladı.

Her yer sessiz. Vietnam muson mevsiminde...

Otelimizin bahçesi! Belki bir gün yine karşılaşırız.

Vakit tamam, seni terk ediyorum!

Otelimizden Mekong Nehri'ne son bakışımız. Kertenkelelerle yolumuz burada ayrılıyor.
Mekong Nehri üzerinde tekrar gezecek, Can Tho şehrinin kıyılarında gezinecek, uzakdoğuya daha önce gidenlerin tanıklık etmiş oldukları gibi ''Yüzen Market'' (Floating Market) denilen nehir üzerindeki pazarı görecektik. 

Nehrin üzerinde tekneleriyle dolaşan halkın mallarını bu şekilde satmaları çok ilginç bir görüntü
oluşturuyor gerçekten.

Can Tho'dan demir almanın vakti biz farkını varmadan geliyor.
Mekong üzerinde nasıl bir hayat var?











Tekneye servis :)

Çocuklar insanın içini eziyor ister istemez...




Uzun süren bir yolculuk oluyor sanki... Vakti gerektiği gibi anlara bölemiyorum buralarda... Zaman bazen çok yavaş ilerliyor, bazen de çok hızlı. 
Yüzen Pazar'da gezintimizi bitirdikten sonra tekrar karaya çıkıyoruz. Ağaçlarla dolu bir bahçenin içinden geçip, halkın yaşadığı bir evi görmek için ilerliyoruz. Evin mizansen olduğu aşikar. İçi o kadar pis ki, her ne olursa olsun, hiçbir kadının bu pislik içinde yaşayacağına inanamam. ( Daha sonraki günlerde nehrin kenarına kurulu yaşamın gerçekleriyle karşı karşıya kalınca ilk intibanın her zaman doğruyu yansıtmadığını düşünmeye başlıyorum.) Burada yaşam alıştığımızın çok dışında!



Sonrasında maymun köprüsü denilen bir köprünün üstünden geçiyoruz. Çocukken köylerde iki tarafından bir yere dayanmış kalasların üzerinden o kadar çok geçmişliğim var ki. Az sonra organik muz kakalayacaklar bize!!!


Maymun köprüsü!
Mecburen eğleniyoruz. Sırada bir atraksiyon daha var. Pirinç tarlasına gideceğiz. Yol çamur mu çamur! Çoğumuzun ayağında buraya uymayan saçma sapan ayakkabılar. Mesela benim ayağımda incecik bir sandalet. Yol boyunca düşenler, çamura bulananlar...




Düşene gülmek adetten!  Elin Vietnamlısına maskara olduk ya, yapacak bir şey yok!
Çamur tarlasına yapılan ziyaretin ardından başladığımız noktaya geri dönüyoruz. Bazı arkadaşlarımız için burada yemek zili çalıyor. Izgarada nefis fare ve kurbağa eti var.




Yemekten sonra tekrar teknemize biniyoruz. Bir pazar yerini ziyaret ettikten sonra yola düşeceğiz tekrar.







Pazar yerinden otobüsle yemek yemek üzere ayrılıyoruz.




Aslında buradan (Can Tho) havaalanına gidecek ve Hoi An'a kalkan bir uçağa atlayacaktık; lakin peşimizde dolanıp duran bir fırtına var. Hoi An'a kalkacak uçakların tümü iptal. Biz de Hanoi'ye doğru yola koyuluyoruz.

Etiketler: , , ,