Bir gün ansızın bir kitabın sayfalarında daha önce hiç bulunmadığımı bildiğim bir tren istasyonunun adına denk geldim: Estación de Francia.
Carlos Ruiz Zafon'un Cennet Mahkumu kitabında yaşayan az sayıdaki karakterlerden biriydi Fermin. Kitapta hayran olmamı gerektiren başka karakterleri bir çırpıda geride bırakmış, derbeder haline rağman gönlümde taht kurmuştu.
İlk kitaptan beridir çok sevdiğim yaşlı kitapçıyı bile unutmuştum onun yüzünden. Okumamış bir adamdı Fermin. Bir dolu işkenceye maruz kalmış ama hayattan ümidini hiç kesmemişti. Öyle olmadık zamanlarda, öyle büyük cümleler ediyordu ki, dudaklarından dökülen alaycı kelamlar beni şaşırtıyordu.
İşte bu Fermin kitapta yaşadığı onca acılar içinde, tam da kitabın ortalarında bir yerde, adı bilinmeyen bir İspanyol kentinden Barselona'ya gidecek trene tek yön bir bilet aldı.
Bileti elinde tutarken, bende ''buldum!!'' diye bağıran Viking kızı Vicky gibi aydınlandım.
Bunca yıldır arayıp durduğum, ''ben tren garlarında ne arıyorum?'', sorusunun cevabı biletin üzerinde yazıyordu: Arkadaşım! Bu benim genlerimde vardı!
Ailemizin erken göçenlerinden birinin genlerine sahiptim ne de olsa.
Bir suçlu varsa nedeni amcamdı. Sonunda kime çektiğim belli olmuştu.
Basit bir hesapla amcamın bizi bırakıp gittiği tarih, benim liseyi bitirdiğim yıla rastlıyor. Tıpkı diğer babalar ya da kocalar gibi amcamda öyle bir adamdı işte. Doğruları ve yanlışlarıyla. Ailenin çoğu üyesinin zaman zaman amcama bakıp, derin ahhhlar çektiğini hatırlıyorum. Olması gerektiği gibi ya da birilerinin söylediği şekilde yaşamazdı amcam hayatı.
Babam çoğu zaman kızardı amcama. Kendisinden biraz büyük abisinin biraz sorumluluk almasını isterdi ya, amcam hep bildiğini okurdu. Bildikleri de hep güzel şeylerden oluşurdu.
Amcam güzel giyinirdi, güzel yemekler yerdi, Türk Sanat Müziği dinlerdi ve elbette rakı içerdi.
Bana soracak olursa, bir gün anlaşılabileceğinden çoktan umudu kesmişti. Canı sıkıldığında, kafası attığında, İstanbul canına tak ettiğinde Haydarpaşa'da bulduğu ilk trene atlar, öylece giderdi.
Onu yemekli kompartımanda üzerinde takım elbisesi, boynunda kravatı, masasında beyaz peyniri ve rakısıyla şimdi bile hayal edebiliyorum.
Eskiden yolum ne zaman Haydarpaşa Garı'na düşse, gözüm garın içindeki restorana takılırdı. Derdim ki, şimdi girsem içeri kesin görürüm amcamı trenlere bakıp, rakısını yudumlarken...
Bazı kitaplar, bazı anılar, bazı yollar birden düşüyor insanın aklına.
Bizim eve amcamın hikâyeleri hep telaşla, telefonun diğer ucundan gelirdi. Babam ve diğer iki kardeşi amcamı aramak için yollara düştüğünde, o hep aynı yerde olurdu aslında: Bir kadeh rakının arkadaşlığında ya yemekli kompartımanda ya da Haydarpaşa garında.
Etiketler: Altın Kitaplar, Carlos Ruiz Zafon, Cennet Mahkumu, Günlük Hikâyeler, kitap kokusu