Paris bende hep aynı hisleri bırakıyor. Uçaktan inip, damga işini hallettikten sonra Paris rutinlerimi yaşamaya başlıyorum.
Bavulları beklerken Orly'nin kokulu tuvaletine girmek mesela! Evet ya, tuhaf ama gerçek! Nedense bu tuvalet hep çok fena kokuyor ama Paris'e geldim diyorum! ( Bu arada Paris çok pis bir şehir, metrolar leş gibi kokuyor vs. diyenlere hiç yüz vermiyorum, bu da biline! ''Neye, hangi şehre göre pis arkadaş?'', diye carlarım.)
...ama işte Orly Havaalanı'ndaki tuvalet ilk hoşgeldin benim için.
Sonra metro biletlerini dışarıdaki makineden satın almak ve şehre yola çıkış.
Sonraki ritüelim yer altından yeryüzüne çıkarken gerçekleşiyor. Metronun çıkısından açık havaya ilk çıkışımda, bildiğin şükrediyorum Allah'a. ''Yine buradayım.'' diyorum. ''Allahım şükürler olsun.''
Çoğu birbirinin aynı Haussman tarzı Paris binalara bakmak, özlem gidermek. İlerleyen günlerde gezdiğim caddelerde, sokaklarda kendime ev beğeneceğim. Hayal bu ya, seçtiğim evler hep binaların üst katında olacak. Önlerinde akşamları elime bir bardak şarabımı alıp şehri seyretmek için çıkacağım balkonları olacak. Daireyi satın almaya gerek yok, çok pahalı. O kadar para bir daireye bağlanır mı canım? İnsanın ya çok zengin olması lazım, ya da deli. O yüzden biz daireyi kiralayacağız. Haa, bir de dairemiz ya St. Germain'de olacak, ya Marais'de ya da Montparnasse'da.
 |
Üst kattaki dairelerden biri bana uyar! |
Uyan Özlem, Paris'tesin.
Bu arada otele de gelmişsin, bak!
Bavulu odaya at, hemen dışarı.
Otelden en yakın bölgeye yürümeye başlıyoruz. Grand Boulevard hemen otelimizin dibi. Oradan Opera Bölgesi, La Fayette'in önü. Buluşmak için en kolay yer.
Açlıktan ölmek üzereyim. Beni kırmıyorlar, başka bir rutinimi yaşatıyorlar bana.
''Hadi Leon de Bruxelles'e gidelim!''
Ekipte benden daha fazla burayı seven yok.
Selçuk benim midyemden tadar, genellikle patates kızartması ve yanına kalamar alır.
Duygu midyeyle ilgili kötü anılara sahip. ''Ben somon alayım'', diyor.
İlker, midyeyi seviyor ama benim gibi tutturmuyor.
Sonuçta hepsi benim için Leon de Bruxelles'in kapısından giriyor.
İlk gece için başarılı bir yemek. Dört geceden birinde midye işini aradan çıkarmış oluyorum.
 |
Seç bakalım içinden... |
 |
Böyle bir başlangıç yapıyoruz. |
 |
Üstüne kaşar konulmuş bu nefis midyeler İlker'in midesine giriyor. |
 |
Buraya özgü bu fasülyelere bayılıyorum. Patates kızartması her zaman harika. |
 |
Eh, bu da bir rutin işte! Benim yemeğim... |
Kahveler ve tatlı için Paris'te en sevdiğim kafelerden birine gidiyoruz.
Yumuşacık bir gece. St. Michel'i arkamızda bırakıp, St. Germain'de yürüyoruz yavaş yavaş. Elimi
Giber Jeune'ün ikinci el kitap tezgahlarının üstündeki kitaplara sürüyorum yanlarından geçerken. Geniş kaldırımlar ışıl ışıl. Sanki ben de ışıldıyorum. Öyle mutlu hissediyorum kendimi. Sorbonne'un önünden geçiyoruz.
Bir başka tanıdık düşünce geçiyor aklımın ucundan. Bininci kez aynı hayali kuruyorum. Paris'i bana böyle hissettirdiği için seviyorum.
 |
Bizden selfie'ler... |
Sonra Paris'in en güzel şemsiyelerini satan dükkanın önünden geçiyoruz. Dükkan kapalı, camlı vitrinin arkasında duran şemsiyeler yağmur çektiriyor avuçlarımda atan kalbime.
Lüksemburg Bahçeleri'nin hemen karşısındaki en sevdiğim kafeye giriyoruz. Saatlerce oturuyoruz, kahveler, çaylar içiyoruz. Nefis bir tatlıya çatalımızı daldırıyoruz.
Her gelişimizde gelip uzun uzun oturduğumuz Le Rostand bu sefer arkadaşlarımızla sohbet ettiğimiz, kahkahalar attığımız, hani nerdeyse edebi sohbetlere girişeceğimiz bir yer olacak. Gertrude Stein'in evi buradan sadece beş dakikalık yürüme mesafesinde. Duygu'ya açıyorum sırrımı; belki bu sefer değil ama bir sonrakinde mutlaka uğrayacağımız bir durak olacak.
Le Rostand:
6 place Edmond Rostand, 75006 Paris
Etiketler: paris, paris gezi notları, paris gezi rehberi, Paris Gezi Yazıları, paris je'taime, paris kafeler, paris mon amour