Bologna yazılarına kaldığım yerden yarın devam edeceğim.
Bugün günlerden pazar, saat 11 ile 12.30 arası evin bana kaldığı saatler. Sabah geç kalktığımız için ve Kuzey'in futbol antrenmanı için hazırlanmamız gerektiğinden haftanın en güzel tatil gününde biz uzun uzadıya kahvaltı etmiyoruz.
Kuzey sabahları okul için çok erken kalktığından uyusun istiyoruz.
Pazar sabahları bizim için tost sabahı yani.
Ben her pazar tostumu ve çayımı minik ailemle götürdükten sonra onları uğurluyorum. Benim için haftanın en güzel saatlerinin başlama anı gelmiş oluyor böylece. Hemen bir kupa dolusu çay alıyorum elime, camın kenarına kuruluyorum. Bu sabahki gibi yağmurlu sabahlardan birine denk geldiysem yürüyüş yapmamak için geçerli bir sebep bulmuş oluyorum kendime; vicdan azabı duymadan çayımı yudumluyorum.
Böyle bir yanım var benim: Devamlı kendimle uğraşıyorum.
Pazar sabahlarının bu bir saatlik yalnızlığı bana çok iyi geliyor. Hafif bir müzikle dolduruyorum etrafı, bildiğim ezgiler etrafımda tur atıyorlar. Stacey Kent, Loisa Sobral, Lisa Ekdahl bu aralar en sevdiklerim. Zaz'ın yeni çıkan Paris adlı albümünün dağıtımının başlamasını hevesle bekliyorum bu arada.
Sonra ya bir şeyler yazmak için bilgisayarın başına oturuyorum ya da bir kitap alıyorum elime.
Allahım, kitap okumak ne büyük bir mutluluk!
....ve evet ısrarla ama ısrarla kitap okumayan insanları anlamıyorum.
Bir gün bu dünyadan göçüp gidince en çok okuyamadığım kitaplar için üzüleceğim. Bu tuhaf düşünce sık sık aklımın köşesinden geçiyor. Bir el hareketiyle dağıtıyorum aklıma gelen böyle düşünceleri.
Simone de Beauvoir'in Mandarinler'ini Ekim ayı sonlarında okuyup bitirdiğimi söylemiştim sanırım. Benim için tarifi imkansız bir okuma oldu bu. Çok beğendim, çok etkilendim. Simone de Beauvoir'in her yaşın duygularını, bu duyguların insan ruhunda bıraktığı izleri anlatmakta usta olduğunu düşündüm. Moskova'da Yanlış Anlama'dan sonra bu kitabı okumam çok yerinde oldu. İmge Kitabevi'nin yayımladığı kitabın yazılarının çok küçük olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim. Ne yazık ki bu kadar minik harfleri okumak yoruyor insanı.



Mandarinler'in okumayı bitirdikten sonra Paris'le ilgili hayallerimden ve şehrin sokaklarından ayrılamadım. 1920'lerin Paris'i benim en sevdiğim Paris zamanı. ''Paris'te Geceyarısı'' filminde söylendiği gibi herkes kendisinin yaşadığı çağdan bir öncekinin büyüsüne kapılıyor galiba. Ben 1920'lerin Paris'inin bana anımsattıklarından çok etkileniyorum. O zamanın Paris'inde bir gece için neler vermezdim. Bu sebepten Zelda Fitzgerald'ın yaşamın anlatıldığı kitap, Zelda'ya ilgisiz kalamadım. Kasım ayının puslu havasına yakışan bir kitap oldu Zelda. Basit bir dille yazılmış olan bu kitapla birlikte sonunda Zelda ile ilgili hislerimi netleştirdim. Zelda'yı sevdim.
Ocak ayının sonlarında Key West'e gideceğiz. Orada Hemingway'in Pauline Pfeiffer ile yaşadığı şimdilerde müze haline getirilmiş evi görmeyi planladığım için Hemingway'e biraz daha yakınlaşmak istedim. Hemingway'in öykülerinin toplandığı, ''Kilimanjaro'nun Karları''nı aldım elime. Öykü okumakta çok zorlanmama rağmen keyifle okudum.
Ne okusam diye düşünürken Selçuk'un geçenlerde aldığı bir kitap çarptı gözüme. Salonun ortasında sehpanın üstünde yeri orasıymış gibi duruyordu kitabımız. Yazar Vladimir Nabokov'un kardeşi Sergey Nabokov'un hayatının anlatıldığı bir kitaptı. Bu kitabı da çok keyifle okudum. Kitabı bitirir bitirmez Nabokov'un bir kitabını okumak istedim. Hızla yukarıdaki kitaplığımıza çıktıysam da, Nabokov'un hiçbir kitabını bugüne kadar almadığımızı fark ettim. Son zamanlarda aldığım kitapları biraz hafifletmeden başka bir kitap almayacağıma dair kendime verdiğim sözden dolayı Nabokov'un kitabını almadım.
Sıra hangi kitaba geldi. Ne zamandır okumak için uygun zamanı kolladığım Bayan Jean Brodie'nin Baharı!
Mutlaka okuyun diyorum. Öyle naif geldi ki bana Bayan Brodie! Çok sevdim onu, çoook!
Bu arada kitap 1930'ların Edinburgh'un da geçiyor. Sokaklarında gezindiğim yerlerde kitaplarda karşılaşmak öyle güzel ki!
Kasım ayının sonlarına yaklaştığımız şu günlerdeyse elimde Alice kupam ve Alice notlarımla Alice'in benim için yaşadığı bir maceranın içine dalmaya hazırlanıyorum. Uzun lafın kısası bu pazar ben çocukluğumun tasasız günlerine doğru bir yolculuğa çıkıyorum.
Herkese mutlu pazarlar!!!
Etiketler: Günlük Hikâyeler, Hemingway, Kilimanjaro'nun Karları, kitaplar, Mandarinler, Moskova'da Yanlış Anlama, Paris'te Geceyarısı, Pauline Pfeiffer, simone de beauvoir, Zelda Fitzgerald