Hayatın bizim evde nasıl geçtiğini anlatmak istedim biraz da.
Hindistan yazılarını elbette yazmaya devam. Bu arada Tac Mahal'e kadar geldim, kapısında dikiliyorum sayılır. Yavaş yavaş yazılarda da yolculuğun sonuna gelmek üzereyim. Tac Mahal demek, Agra demek. Orayı görüp ''The Best Exotic Marigold Hotel'' filminin geçtiği Jaipur'u görecek, en son da Delhi'ye gideceğiz. Böylece Hindistan seyahatimiz bitmiş olacak.
Onca olan bitenden sonra ben de bu hafta Hindistan yazılarımı toparlarsam mutlu olacağım, hedeflediğim bir şeyi bitirmiş olduğumdan içim huzurla dolacak. Böylece yazmayı planladığım başka yazılara bakabilecek duruma geleceğim. Malum hali hazırda yarım bırakılmış bir Baltıklar gezim var.
Hayatım yarım bırakılmış şeylerden ibaret. Annem çocukken bana ''maymun iştahlı'' derdi. Her şeye heves ederdim. Bir hayli de iz bırakmıştır böyle söylemesi. Büyüdükten sonra böyle olmadığıma karar verdim. Birçok şeyi merak ettiğim, kafama takılan şeyleri fazlaca düşündüğüm ve kendime devamlı hedefler koyduğum doğru. Akıp giden yıllar boyunca da artık keyif aldığım şeylerin ne olduğunu daha iyi anladım. Kitap okumak, sadece dvd'den filmler seyretmek, gezip görmek benim listemin en başında gelen şeyler.
Bir de yazmak var. Yazma eylemi, okumakla birlikte hayatımın baş tacı. Dilediğim gibi yazamadığım, başladığım her hikayeyi bitiremediğim de doğru.
İyi de böyle hızla akıp giden zamanın içinde hem işe gidip, hem çocuğunla ilgilenip, hem eşinle iki sohbet edip, hem de her şeyi mükemmel yapmak mümkün mü?
Değil.
Yapabileni takdir eder, alnının tam orta yerinden de öperim.
Hem çocuk hem de kariyer yapmakla ilgili hedeflerimi ve hırslarımı bir çuvalın içine sokup çuvalın ağzını da sıkı sıkı bağlayalı birkaç yıl oluyor. Keşke daha önce farkına varıp beni cendere altına alan yetersizlik ve yetişememe duygusundan kurtulmak için bu kadar beklemeseydim. Kendimi hiç üzmemiş olurdum. İyi anne olmanın, iyi eş olmanın ya da iyi evlat olmanın bir kitabı yok. Her aile kendi düzenini oluşturuyor.
Tolstoy'un Anne Karenina'da geçen şu ünlü cümlesini duymayan kalmamıştır herhalde.
"Bütün mutlu aileler birbirine benzer. Oysa mutsuz ailelerin her birinin kendine özgü bir mutsuzluğu vardır...“
Ben de diyorum ki her mutlu ailenin de huzuru, mutluluğu bulduğu bir yer, bir yol vardır. Mutsuzluğu şu günlerde konuşmak bile istemiyorum.
Mesela bizim evdeki mutluluğun kuralı şu: Ben mutluysam herkes mutlu.
Ciddiyim. Evin iki erkeği de İkizler burcundan. Çift karakterli olduklarından, değişik ruh hallerine girip çıktıklarından, sık sık karar değiştirdiklerinden falan söyleniyor. Oysa bizim evdeki durum bundan çok farklı. Yüzleri benimle birlikte hep gülüyor. Tatlı dil ikisine de iyi geliyor. Çeşit çeşit yemekler yapıp, sofrayı donatmamı beklemiyorlar. Benden çıkacak fikirler ya ormanda yürüyüş yapmakla , ya seyredilecek bir filmle ya da hiç gitmediğimiz bir yerle ilgili oluyor.
Birbirimize elimizdeki kitapların en sevdiğimiz cümlelerini okuyoruz. Kuzey, Hemingway gibi dört kez evlenmiş bir adamı neden sevdiğimi anlayamadığını söylüyor. Dünyanın bir ucuna bile götürsem yüzü gülüyor. Yapmayı hayal ettiği şeyleri gelip bizimle paylaşıyor çünkü hayaline ortak olacağımızı biliyor.
Birçoğuna göre bir sürü yanlış şey yapıyoruz. Bize göreyse kendi hayatımızı, kendi hikayemizi yaratıyoruz.
Zaman da biz doğruları ve yanlışları düşünürken hiç durmadan ilerliyor.
''Geceleri ağlamadan sabaha kadar ne zaman uyur acaba?'' diye düşündüğüm, kesintisiz bir gececik uyku için ruhumu satarım dediğim günler çoktan geride kalmış. Hiç akmadığını düşündüğüm zaman yanımdan hızla geçip gitmiş de haberim bile olmamış.
İyisi mi biz hayatın tadını çıkaralım.
Ekim bitmeden sonbahara bir yerinden yetişmek şart!
Bir fikri olan???
Etiketler: Anna Karanina, Günlük Hikâyeler, Jaipur Gezi notları, mutluluğun formülü, The Best Exotic Marigold Hotel, Tolstoy'un en ünlü sözü