Varanasi'de güneşi selamlamak

Varanasi'deki ilk günümüzün akşamında Ganj kıyısındaki Aarti törenini izlemeye karar verdik. Rehberimiz Ganj kıyısındaki merdivenlerin üstündeki boş bir platforma götürdü bizi. Yanlış hatırlamıyorsam 100 rupi karşılığı sandalye kiraladık. 50'şer rupi karşılığı da kola ve su aldık. Akşamın olmasını ve törenin başlamasını beklerken yorgunluğun üstüme çöktüğünü ve çok acıktığımı hatırlıyorum. Tüm öğleni yemek yemeden geçirmiştik ve benim gibi düzenli yemek yiyen biri için öğle yemeğini atlamanın ne demek olduğunu anlatamam. Yol üstünden bir şey alıp yeme şansı da yok ne yazık ki. Neyse ki ekip donanımlıydı. Herkes sırt çantalarını boşalttı. Kuru yemiş, bisküvi ne varsa kolanın yanında bir güzel mideye indirdik. 

Gecenin gelmesini ve törenin başlamasını beklerken ekipten uyuyanlar bile oldu. Daha önceki seyahatlerimizden bu grubun yollarda, ayakta, otobüs koltuklarında uyuma kapasitelerinin ne denli yüksek olduğunu biliyorum. Bir de herkesi uyurken fotoğraflamasalar daha iyi olacak ama :)




Sonunda tören başladığında hepimiz yarı uykulu yarı şaşkın gözlerle seyretmeye başladık. Törenin olduğu yerin sağında solunda bir sürü tekne birikmişti. O teknelerin üstünün de bizim gibi seremoniyi seyredenlerle dolu olduğunu sonradan öğrendim. 

Hindular neden seremoni yapıyorlar?


Hindular Tanrılarını insanlar gibi yaşatıyorlar. İnsan yaşamı bir günün içinde nasıl akıp gidiyorsa Tanrıların yaşamı da aynı öyle akıyor. Tanrılar da bizim sabahleyin uyanıyorlar. Gün doğarken Ganj'da yapılan törenler uyanış seremonisi için. Sonra bizim gibi beslenme zamanları geliyor. Hindular, Tanrıların beslenmesi için sunaklara yemek koyuyorlar. Bir diğer insan yaşamına benzeyen yön Tanrıların süslenmesi. Bu eylem için de Tanrılara çiçekler sunuluyor.
En son da aynı insanlar gibi uykuya dalıyorlar. Bu da izlediğimiz Aarti töreninin açıklaması.

Sonunda ben derin bir uykuya dalmadan önce tören başlıyor. Nehrin sol yanındaki teknelerden içinde çiçeklerin ve yanan bir mumun olduğu adaklar suya bırakılıyor. Binlercesinin suya bırakılacağını düşünüyorum ama öyle olmuyor. Bir süre sonra nehre bırakılan mumlar sönüyor. Filmlerin aklıma kazıdığı sahneleri ve büyülü anları yollarda aramaktan vazgeçmem gerekiyor. Öyle mutlu ve güzel anları insan sadece kendi yaratıyor. 

Nehrin hemen kıyısında aynı kıyafetleri giymiş yedi genç dans ediyor. Hoparlörlerden ilahi olduğu düşündüğüm müzikler yayılıyor. Gençlerden biri elinde bir tepsiyle Ganj'a kutsal eşyalarını (yemekler) sunuyor. Süt, yağ, şeker, bal, yoğurt. İneğin kutsal sayılma sebeplerinin birçoğu bu maddelerden kaynaklanıyor.

Sonunda çok da etkilendiğimi söyleyemedim tören son buluyor. Otele gideceğimize ve yemek yiyeceğimiz için çok mutluyum. Hindistan insanı böyle mutlu ediyor işte. Yemekten sonra cabbar rehberimizi tarafından bir halıcıya götürülüyoruz. Öyle yorgunum ki halıcı olayına sinir oluyorum.


Sabah Ganj'daki sabah ayini için kalk borusu 4.30'da çalıyor. Fazla mesai yapıyorum. 


Gelelim sabah tekrar Ganj kıyısına dönüşümüzün hikayesine. İyi hikayelerin abartıyı hak ettiğini unutmayalım.
Yine otobüsteyiz, yine Ganj kıyısına doğru gidiyoruz. 
Dün öğleden sonranın aynısını tekrar eder gibiyiz, tek fark saatin sabah 4.30 olması. 
Hava aydınlanmaya yüz tutmuş. Bir gün öncenin çılgın kalabalığı sokaklarda değil. Dün yolun kıyısından araçların altında kalmamaya dikkat ederek yürüyorduk. Doğrusunu söylemek gerekirse yüreğimi ellerimin arasında taşıyordum.





Bir şey değil burada ölmek, bir de Ganj kıyısında yakılmak var. 
''Selçuk'a verir misin 360 kilo sandal ağacının parasını?'' diyorum. 
''İstediğin sandal ağacı olsun.'' diyor. 
Hakkını yemeyeyim, hep bonkör olmuştur. Yine de yürürken devamlı beni kolluyor. Bir ineğin ya da arabanın altına girmemi istemiyor. 
Sabah sabah yollarda bir tenhalık var ve bu tenhalık hoşuma gidiyor. İnsan böylece sağını solunu daha rahat görebiliyor. Birkaç saat sonra yine bu sokaklar binlerce insanla dolacak, havadaki oksijen azalacak. Kaldırım kenarında sıra sıra yatmış yüzlerce insan. Gördüklerime inanamıyorum. Sahiden bu insanların tek sahip oldukları üstlerindeki kıyafetler ve ölüme olan sarsılamaz inançları mı?
İncecik bedenlerini sadece birkaç metrelik solgun bir kumaş çevreliyor.






Bu şehre ne anlam yükleyeceğimi bilmiyorum. Buraya gelmemin sebebini biliyorum ama. İstanbul’dayken devamlı yaşadığım hayattan dolayı söylenip duruyordum. Başka bir şehre gitmek, trafiğin olmadığı, insanların birbirini saydığı, başkalarının yaşamının kimseyi mutlu ya da mutsuz etmediği bir yaşama geçmek istiyordum. Bu düşünce kafamda o kadar çok dolaşıp duruyordu ki yaşadığım şehrin iyi yanlarını göremez olmuştum. 

İşte şimdi Hindistan’dayım.
Burada insan yaşamının değeri yok! Yaşam, ölümle yer değiştirmiş. Dilencilerin, satıcıların, yolda yatan ineklerin arasından geçerek yine dar sokaklara giriyor ve sonunda Ganj kıyısına ulaşıyoruz. Nehre uzanan tüm ghatları, sıra sıra dizilmiş virane binaları bir de Ganj üzerinden görecek, sabahı bir teknenin içinde karşılayacağız.


Tekneyle kıyıdan açılınca Ganj ne kadar kirli olursa olsun ferahlıyorum. Suyun üstünde olmak karmaşadan uzak olmak gibi geliyor. İnsanın içini titreten, sabah uyandığında neye yoracağını bilmediği bir rüyanın içinden sıyrılıp, ona dışarıdan bakmak gibi bir şey Varanasi'ye uzaktan bakmak. Bana çirkin gelen, kapısı camı olmayan insanların içinde ölmeyi bekledikleri binaların hepsi uzakta kaldı şimdi. Gözümü doldura tek şey aydınlanmakta olan günün ışığında gördüğüm renkler; binaların renkleri. İnsanlar küçük noktalar halinde. Soyunmuş, Ganj'ın sularına kendilerini bırakmışlar. 

Biraz ilerideki ghatta ateşler yükseliyor yine. Arkadaki binalardan birinde hiç sönmeyen ateş yanıyor. Ölüleri yakmak için ateş, bu binanın içindeki kutsal ateşten alınıyor.
Bu şehirde, hatta bu ülkede kadınlar eşlerinden önce ölmek istiyorlar. Kocaları öldükten sonra hiçbir sosyal statüleri kalmıyor. Bu yüzden duaları kocalarından önce ölmek üstüne. Kadının adının olduğu bir ülke bulamayacağız herhalde. Kadınlar, Ganj kıyısındaki yakma törenine de katılmıyorlar. Yakılma esnasında ağlamak yok.




Peki Hindular neden ölülerini yakıyorlar? 

Yakma işlemi ölenin ruhunu saflaştırıyor. Reenkarnasyon döngüsünü kırıyor ve ruh bir nevi cennetine kavuşuyor. Sadece beş çeşit insanı yakmıyorlar. Bunlar rahipler, bebekler, hamile kadınlar, yılan tarafından ısırılanlar ve lepralılar (cüzzam).
Rahiplerin, bebeklerin ve karnında bir bebek taşıyan hamilelerin ruhlarının zaten saf olduğuna inandıkları için onları yakmaya gerek yok. Yılan tarafından ısırılanların ve lepralıların ise yanma işlemi sırasında etraflarına mikrop saçabileceğini düşündüklerinden yakmıyorlar. Onun yerine başka bir şey yapıyorlar: Bedeni koca bir taşa bağlayıp, Ganj'ın kucaklayan sularının arasına bırakıveriyorlar. 

Tekneden Ganj kıyısında yıkanan, arınan insanları seyrediyoruz. Rehberimizin dediğine göre mutlu insanların ülkesindeyiz. 
İnanmak istiyoruz, inanamıyoruz.


Varanasi'yi ve Ganj'ı anı defterimize yazıyoruz böylece. Öğlen uçağıyla birlikte Khacuraho'ya yani Aşk Tapınakları'na gideceğiz. 
''İşte bu!'' diyorum. 

''Bana böyle aşkla gel Hindistan, ölümle değil!''

Etiketler: , , , , ,