Bugün geçmişte kalmış ve zamansızlıktan yazılamamış bir günü kenarından aralamak istedim. Peşinden hızlı bir Hindistan turu yapmamış olsaydık eminim birkaç gün geçirdiğimiz Paris gezimizi buraya yazmış olurdum. Gitmemizin neredeyse iki senedir peşinden koştuğumuz bir sebebi vardı:
Charles Aznavour Konseri.
Paris'e gitmek için sebebe ihtiyaç mı var? Elbette var.
Ne zaman ağzımdan Paris lafı dökülse Selçuk başına geleceklerden korkmaya başlıyor; zira Paris demek alınacak uçak biletleri ve otel masrafı demek. Hal böyle olunca Selçuk'un her sene gitmek zorunda olduğu fuarları canı gönülden destekliyorum. 2016 yılında gideceğimiz Küba seyahati Paris fuarı ile çakıştığı için derin üzüntü içindeyim mesela. Selçuk bunu duyunca şok geçirdi.
İlk kez bir ilkbahar sabahında Selçuk elinde bilgisayarla bahçeden içeri girdi. O bahçedeki masada çayını içip, internette geziniyordu. Ben mutfak masasında oturuyordum. Muhtemelen Kuzey'le ödev yapıyorduk. Yoksa ne işim olabilir güneşli bir günde evin içinde?
Charles Aznavour'un Cenevre'de konseri vardı. Açıkçası Cenevre'ye daha önce gitmiştik. Bir daha gitmek aklımın ucundan bile geçmezdi. Küçük bir kentti, çok pahalıydı ve bu şehrin dışında gidilecek bir sürü şehir vardı. Selçuk'un ''ne yapsak acaba bakışı''na dayanamadım. Uzun zamandır, ''Charles Aznavour ölmeden bir kez dinleme fırsatım olsa!'' diyip duruyordu. Eh, adamcağızın 90 yaşında olduğunu gözden kaçırmamak gerek.
Kıydık paraya!
Paranın hayaller karşısında ne önemi var zaten! (Klasik ikna yöntemi: Çalışır, öderiz!)
Cenevre'ye iki uçak bileti aldık, otel rezervasyonumuzu yaptık. Konser biletlerinin parasını da bir güzel kredi kartından geçirdikten sonra gidiş tarihimizi beklemekten başka yapacak bir şey kalmadı. Bu esnada Selçuk devamlı, ''Adamcağıza bir şey olmaz inşallah konsere kadar!'' diye başımın etini yedi.
''Söyleye söyleye öldüreceksin adamı yahu!'' dedim ben de en nihayet.
Sonunda gideceğimiz gün geldi çattı. Oğlanı, yapılacak ödevlerini, çalıştırılacak derslerini falan bir kenara bıraktık. ''Babanın hayalini gerçekleştirmeye Cenevre'ye gidiyoruz biz,'' diye son cümlemizi kurduktan sonra uçağa atlayıp yola çıktık.
Cenevre bildiğimiz Cenevre'ydi. Göl kıyısındaki binaların hemen hepsinin üstünde devasa reklam panoları vardı. Saat markaları birbirleriyle yarış halindeydi. Selçuk, vitrinlere yanaşıp kendine saatler beğendi, İstanbul'da bu saatlerin daha ucuz olduğunu söyledi. Gölün ortasındaki dev fıskiye olduğu yerde duruyor ve ara ara gökyüzüne tırmanmaya çalışıyordu.
Eski Şehrin en sevdiğimiz meydanı, Bourg-de-Four- Square'a çıktık. Oradaki kafelerden birine oturduk, serin havada kahvelerimizi yudumladık. Avrupa'nın en sevdiğim yanı bu geniş meydanları... Hayat, hava koşulları nasıl olursa olsun akmaya devam ediyor. İnsanlar arkadaşlarıyla buluşmak için kafelere geliyorlar. Bir kahve içmek için birileriyle buluşmaya da gerek yok üstelik. Dilediğiniz bir masaya oturabilir, geçmiş zamanları hatırlatan soluk sokak lambalarının ışığında kitabınızı da okuyabilirsiniz.
Gün geçip de beklenen geceye varınca konserin olacağı salonun önüne gittik.
Hiç de beklediğimiz gibi bir kalabalık yoktu. Girişe yaklaşınca kapının önüne konmuş bir masanın etrafına oturmuş bir grup insanla karşılaştık. Üzerimizde bomba etkisi yapacak haberi böylece öğrenmiş olduk. Charles Aznavour hastalanmıştı, hastanede tedavi görüyordu, endişelenecek bir şey yoktu. İlerleyen bir zamanda konser tekrar edilecekti. Tekrar gelirdik, ne olurdu?
Televizyonda yapılan açıklamayı görmemiş ya da gönderilen maili almamış mıydık?
Almamıştık vallahi. Televizyonda duyup da anlayacak kadar Fransızca bilmediğimiz gibi televizyonu da hiç açmamıştık zaten. Evet, internete de girmemiştik. İstanbul'da her gün internete girdiğimiz zaman yeterdi de artardı bizim için.
İnternetsiz hayatın tadına birkaç gün bakmak süper olur gibi gelmişti.
Korkularımızla Charles Aznavour'u öldürmedik ama hastanelik ettik galiba.
Biletlerin parasının iadesiyle uğraşma işi tabii ki bana düştü. Paramızı geri alana kadar canım çıktı. Aynen böyle! Güya sigorta da yaptırmıştım ama hiçbir işe yaramadı yaptırdığım sigorta. Yoğun mailleşmenin ardından paramızı zor bela iade ettiler. Uçak ve otel parası sırf konser için gidilmiş bir seyahatin tatlı kazığı olarak yanımıza kâr kaldı. Bu seyahatin en güzel yanı Cenevre'den Bern'e gidip sevgili Server ile tanışmam oldu. Bern de Server de şahaneydi. Üstelik bir de tren yolculuğu yaptık.
Sonra elbette evimize döndük. Gel zaman git zaman Selçuk internette Charles Aznavour'un peşinde gezinmeye devam etti. Yine bir gün elinde bilgisayarla bahçe kapısından içeri girdi. Ben yine mutfak masasında oturuyorum. Lafı dolaştırmama gerek yok. Şimdi yazınca anladım, biz galiba hep ayrı masalarda oturuyoruz. ''Paris fuarının olduğu zaman Charles Aznavour konseri var, hemen bilet alalım,'' dedi. Sonuçta konser olmasa da Paris boşa gidilmiş bir şehir sayılmazdı. En azından benim için. :)
Aceleyle bilet almaya çalışırken bir yanlışlık yaptım. Charles Aznavour'un Paris'teki konserinin bir gecesine bilet alacakken yanlışlıkla iki gecesine birden bilet aldım. Evet, yaptım. Kredi kartımdan çekilen para bunu kanıtlıyor zaten. Sigorta da yaptırmıştım. Hatamın üzerine organizatör firmaya mail attım, yanlış bilet almışım birini iptal edin dedim. Etmediler. Sigortam da var dedim. Bize ne dediler. Sigorta ölmediğiniz takdirde işe yaramıyor, onu baştan söyleyeyim. Yaptırmayın yani!
Bir noktadan sonra işin ucunu bıraktım ve ne güzel Paris'te iki gece için konser biletimiz var. Hayalini iki kez gerçekleştiririz moduna girdim. İyi ki de girmişim. Bir daha nerede Charles Aznavour konserine gidecektik?
Bu uzun girişin hepsi Paris'te gittiğimiz Charles Aznavour konserini anlatmak içindi.
Abartmadan söylüyorum, iki kez bilet parası ödememin bununla ilgisi yok: Nefis bir konserdi. Paris'te gittiğim ilk konserdi ve benim için anlamı büyüktü. Tahmin ettiğim gibi konser tam zamanında başlamadı. Salon tam olarak dolduktan sonra Aznavour sahneye geldi ve konuşmadan şarkı söylemeye başladı. Herkes çok şık giyinmişti. Salonun büyük bir kısmının yaş ortalaması yüksekti ama orta yaşta da çok dinleyici vardı. Salondan çıt çıkmıyordu. Birisi en ufacık bir gürültü çıkarttığında yanındaki hemen ''Şişt!'' diyerek uyarıyordu. Öyle telefonumu çıkarayım, Aznavour'un yüzüne flash patlatayım falan gibi bir şey de imkan dahilinde görünmüyordu. Burası benim gerçekten şaşırdığım kısımdı. Adam doksan yaşında ve konserine gelmişsin. İnsan bir fotoğraf çekmek ve geceyi ölümsüzleştirmek ister değil mi? Cep telefonunu çıkarıp fotoğraf çekmek isteyenler esefle kınandı, ikaz edildi ve konseri bozacak hiçbir şeye izleyici izin vermedi.
Ben böyle bir konsere hayatımda tanıklık etmedim. Birkaç poz fotoğraf çekemedim diye yandım.
Neyse ki konserin sonunda herkes ayakta sanatçıyı alkışlarken fotoğraf çekme fırsatı çıktı. O zamana kadar da ben, ''Anı yaşa Özlemcim ne fotoğrafı?'' kıvamına geldiğim için bir iki fotoğraf çektikten sonra kendimi Selçuk'un yüzünden yayılan mutluluğun seyrine bıraktım.
İki gece sonra tekrar konsere gittik.
Başka bir gece için fazladan biletimiz olsaydı yine giderdik.
Selçuk öyle mutlu, öyle mutluydu.
Etiketler: Charles Aznavour konseri, Günlük Hikâyeler, konser biletine sigorta yaptıralım mı?, mutluluk nedir?, Paris'te gittiğim ilk konser