Bizim evde neler oluyor: Hayal Fabrikası!

Bu aralar günler çok hızlı geçiyor çünkü ben çok çalışıyorum. Keyifle geçen Laponya tatilinden sonra bünyemin izin verdiği ölçülerde çalışıyorum. Akşam eve gittiğim zaman genellikle külçe gibi oluyorum. İşle ev arasındaki on dakikalık yolu son zamanlarda yarım saatte alır olduğum için yolda da bir sürü zaman kaybediyorum. Vücudumla birlikte beynim de yoruluyor. Bir koltuğa serilip, bir bardak çayı yudumlamaktan başka bir şey istemiyorum. 


Kuzey artık büyümeye başladığı için her zaman benim gelişimi heyecanla beklemiyor. Buraya taşınmadan önce çok küçükken eve gelme saatlerimde camın önünde bekler, arabamı görür görmez kapıya koşardı. Belli ki o günler çok geride kaldı. Tıpkı bebeklikte birkaç ayda bir değişen huylar gibi şimdi de değişim içinde. Servisten inip de evin kapısından girmeden açtığı telefonların sonu geliyor gibi... Bu durum biraz canımı sıkıyor elbette. Evin kapısından girdiğimde çoğunlukla kulaklarında koca kulaklıklarla dizi seyrediyor: The Flash. Benim yaşımda çocuğu olanlara duyurulur. Birileri de benim gibi bu diziyi bilmemekten dolayı çocuğunun karşısında utanç içinde kalmasın diye söylüyorum. Aslında onun içinde olduğu büyüme sıkıntılarını da anlıyorum. Arkadaşlarının da içinde olduğu popüler bir kültürün içinde olmak istiyor. Aynı dizileri seyretmek, yabancı şarkıcıları takip etmek, şarkı sözlerini ezberlemek. Spotify için üyelik istedi birkaç gün önce. Boş bir vaktimde halledeceğime söz verdim.

Bakıyorum koltuğa uzanmış. Bedeni evin salonunda, ruhu kulağındaki müziğin götürdüğü ergenlik coğrafyasında, ''Gel bir öpeyim!'' diyorum. Şimdilik hâlâ öptürüyor. Bir öpücük kadar vaktim oluyor o zaman, sonra yine dizisine ve süper kahramanların dünyasına geri dönüyor. 
Oğlanın telefondaki sesi de olmasa tüm umudumu yitireceğim. Neyse ki telefondaki alosu incecik sesiyle hâlâ çocuk olduğunu anımsatıyor bana. ''Bir de ne yapıyorsun?'' sorusuna, ''Oyun oynuyorum,'' cevabı gelince benden mutlusu olmuyor. 

Oyun oynamak ne güzel şeydir sahiden. Oyun oynamanın masumiyetine sahip birinin evin içinde dolaşmasından öyle mutlu oluyorum ki. Sanki çiçekler Kuzey oyun oynadıkça daha da yeşilleniyor gibi geliyor. (Saksıların üstüne attığı toplarla kırılan menekşe yaprakları ayrı bir post konusu olabilir)
Onun büyüdüğünü gördükçe zamanın nasıl da uzakta bir yere dört nala koştuğunu daha iyi anlıyorum. 
Beraber minik bir aile olarak kendi kişisel tarihimizi yazıyor olmamız bir mucize gibi geliyor. 

Aralık ayının hızından dem vurmuştum. Ocak ayının ne zaman geldiğini fark etmedim bile. Şimdi şubatı bitirmek üzere olduğumuza inanmak zor. Oysa yapacak ne çok şeyim vardı. Çoğu eksik kaldı yine. Ertelenmiş bir sürü hayali ileride yaşayacağıma inandığım bir zamana bıraktım. Hayat ertelemek, umut etmek ve yaşama inanmakla geçiyor. 
Laponya notları bekleyedursun. Kuzeydeki o soğuk coğrafyayı yazmam için uzun bir zaman ayırmam gerek. Fotoğraflara bakmak, geçmişe dönük hayaller kurmam ve Finlandiya'nın bana ne hissettirdiğini kendime sormam lazım. Böyle bir imgeler dünyası için kabul edersiniz ki uzun saatlere ihtiyacım var. 
Bu akşam ilk defa bir kitap kulübüne katılacağım. Akşam 20.00'de toplanacağız. Uzun zamandır yapacağım ilk anlamlı aktivite olduğu için çok heyecanlıyım. Hayat insanın kendine ayırdığı güzel anlarla anlam buluyor. 
Bir selam vereyim dedim herkese. 
Hayattayım, burdayım :)

Etiketler: , , , , , ,