Kış bahara dönerken...

      Bazen aklımdan yazıya dökecek çok şey geçiyor. Şimdi zaman olsa da oturup bunları yazsam diye düşünüyorum. Sonra içinde bulunduğum anın heyecanını, masanın önüne oturabildiğim zamana kadar saklayamayacağımı hatırlayıp endişeleniyorum. Öyle oluyor çünkü. Kulağımın dibinde bana yapacaklarımı söyleyen, listeler yaptıran, ilham veren o ses kuş olup uçuyor.

     Pazartesi sabahı gazetenin pazar günkü seyahat ekini çantama atıp iş yerime getirdim. Bir ara okurum diye düşünüyordum. Elimi bile uzatamadım gazeteye. Bazen masanın diğer ucunda oturanlar uzanıp gazeteyi alıyorlar. Bakıyorlar ki eski haberler tekrar yerine bırakıyorlar. Televizyonun karşısına da pek geçmiyorum. İzleyecek bir şey bulamıyorum. Bizimkiler bazen Survivor'a takılıyorlar. Baba-oğul yarışmaları izleyip, eğleniyorlar. Onlar televizyonun karşısına geçince, ben fark ettirmeden odayı terk ediyorum. ''Yatağınızda kitap okumayın,'' diyor uzmanlar. Uykusuzluğun sebeplerinden biri uyumaya hazırlandığın yerde kitap okumak olabilirmiş. Uyku rutini oluşturmak gerekirmiş. Uykuya dalamama problemi çekmeme rağmen uzmanları dinlemiyorum. Kitabımı alıp yatağıma gidiyorum. Kitap okumayı en sevdiğim yerlerden birisi orası çünkü. Yumuşacık yatakta uzanmış kitap okurken hem bedenim dinleniyor, hem de ruhum.


      Mart ayı kitap kulübümüz için Isabel Allende'nin Kaderin Kızı adlı kitabını okudum. Bu kadın kesinlikle her derde deva. Yazmak için doğmuş. San Francisco'nun tepelerindeki evinde oturmuş, Golden Gate Köprüsü'ne bakan penceresinin önünde harıl harıl yazdığını hayal ediyorum. Birkaç röportajında, kitaplar olan bir odada çekilmiş bir fotoğrafına denk geldim. Klasik bir berjere oturmuş, zarif bir şekilde bacak bacak üstüne atmıştı. Bu fotoğrafı görmeme rağmen yazarın çalışma odasının bu oda olduğuna inanasım gelmiyor. Kafamda yarattığım, satır satır kitaplarını yazdığı oda bu olamaz. Isabel Allende'nin düzenli bir kadın olduğuna inanasım gelmiyor. Duvarın köşesine dayanmış bir masada kahve makinesi vardır mutlaka. Yeniden boyanma zamanı çoktan gelmiş olan duvarların, sehpaların, hatta odadaki eski kanepenin üstünde yığılı kitapların üstüne bile kahve kokusu sinmiş olmalı. Bence bir önceki günden kalan kahvenin dibini camın kenarındaki saksının dibine döker Isabel Allende ve yeni demlenen kahvesini alıp yazmaya koyulur.
Kesinlikle böyle olmalı Şili'li yazarın yazma rutini. İçinde barındırdığı onca kelimeyi sıkıcı bir düzenin içinde yazamaz. Sanki Allende'nin düzene sokabildiği tek şey kelimeleridir.


   Isabel Allende bu yazdıklarımı okusaydı ne düşünürdü acaba? Dünyanın bir ucunda bir kadın dağınık bir mutfak masasının önüne oturmuş, sabahki kahvaltıdan kalanları bile toplamamışken hakkımda atıp tutuyor diye aklından geçirir miydi? ''Tatlım,'' derdi belki de, ''Ne hoş bir kadınsın sen. Nerden geliyor aklına böyle şeyler. Oysa kahve bile içmem ben.''
Bu hafta sonu yapılacaklar listemde Mahir Ünsal Eriş'le tanışmak var. Ne güzel değil mi?

Etiketler: , , , , , ,