Geçen cumartesi akşamı Fatih Portakal'ın Can Yayınları'ndan çıkan kitabı Aklımla Dalga Geçme'yi konuşmak için Tavsiye Evi'ne davetliydik. Aslında bu tip durumlarda biraz çekimser kalıyorum. İş hayatında onca insanla muhatap olmama rağmen, iş tanımadığım insanlarla aynı ortama girmeye gelince biraz tedirgin oluyorum.
Bir de şu var elbette: Ekrandan tanıdığım insanlarla gerçek hayatta karşılaşmak istemiyorum. Daha doğrusu korkuyorum. Televizyondan bize yansıyan birini sevmek kolay. Peki ya gözümüzde büyüttüğümüz ya da kıymet verdiğimiz kişi gerçek hayatta başka biri çıkarsa?
Mesela çok sevdiğim yazarlardan birini vakti zamanında sosyal mecralardan birinden takip ediyordum. Tam bir hayal kırıklığına uğramıştım. Gözümde büyüttüğüm, okurken kitaplarındaki nice cümlelerinin altını çizdiğim yazar kitaplarının dışında kurduğu her cümleyle yanıldığımı kanıtlıyor, güvenimi boşa çıkarıyordu. Onu koyduğum yerde, biz takipçilerinin ve okurlarının arasında değil de Kaf Dağı'nda yaşıyordu.
İnanın, o dağ yaşamak için doğru bir yer değil. Ulaşanı az, insanı yok.
Sanırım o zamanlar ekrandan gördüğüm, sevdiğim, kendime yakın hissettiğim insanları yakinen tanımamaya karar vermiştim. Farkında olmadan elbette. Oysa kalbimi bu kadar karartmama da gerek yoktu çünkü beni yanıltan, kalp sıcaklığını bir el sıkışıyla geçiren de çok insan oldu hayatımda.
Fatih Portakal'la sohbetimizin üstünden koca bir hafta geçti. Düşüncelerim demlendi yine, koyulaştı, lezzeti de arttı elbette. Fatih Bey çoktan bugünü de bir yerlere not almıştır; yine ülke için karanlık bir günde yazıyorum o geceye ait notlarımı. Ülkemizin üstünde dolaşan gri bulutlar gitmiyor bir türlü. Böyle yaşamaya alışmaktan korkuyorum çoğu zaman.
Gelelim gecenin telaşına ve nasıl yol aldığına.
Evimizin Anadolu Yakası'nda olduğundan ve gidiş yolunda mucize gibi bir trafiğe denk geldiğimizden vaktinden de önce
Tavsiye Evi'nde olduk. Banu, gittiğimizde oradaydı. Tanıdık birine "Merhaba" demek beni rahatlattı. Sonra Renan'la tanıştım, birer birer gelenlerle selamlaştım. Nihayet Fatih Portakal'la eşi Armağan da geldiler. Teker teker odadakilerin ellerini sıktılar, gözlerinin içine baktılar.
Armağan Hanım'ı İnstagram'dan da takip ediyorum. Fotoğraflarda ya Anadolu'nun ücra bir köşesinde oluyor, ya elinde zeytinlerle kurmaya çalıştıkları çiftlikte zeytinlerin arasında. Fotoğraflarından samimiyet yayılıyor. Bizden biri gibi gözüküyor. Evinin kapısından içeri girince bizim gibi çaydanlığı ocağa yerleştirdiğini tahmin edebiliyor insan.
O gece masanın bir ucunda, Fatih Portakal'ın hemen yanında Timsal Karabekir oturuyordu. Timsal Hanım'la hep bir masanın etrafında buluşuyoruz. Bir masanın etrafında toplanan insanlar başka bir şeyi paylaşıyorlar. Tıpkı eski zamanlardaki ateş başı sohbetleri gibi. Hani biraz hayallere dalsan çıtır çıtır yanan odun parçalarının sesini duymak mümkün.
Elbette çayımız vardı. Birer bardak çay alıp masanın etrafına toplandık. Fatih Bey masanın ucuna oturdu. Gözleriyle hepimize ulaşabileceği bir yere. Banu kısa bir açılış konuşması yaptı. Sonra da hazırladığı sorulardan birkaçıyla konuşmayı başlattı. İşinin gereğinden olsa gerek, Fatih Portakal çok rahattı. Sorulan her soruya uzun uzun cevap verdi. Aslında soru-cevabın ötesinde başka bir şeydi yaşadığımız. Öyle ki konuşmalarının içinde kimilerimizin sormayı düşündüğü sorular, bazılarımızın da duymak istediği cevaplar gizliydi.
Meslek hayatını, kitabı niçin yazdığını, kitabın yazılma sürecini uzun uzun anlattı. Kitabı kaç kez elden geçirdiğinden, tabir yerindeyse kaç kere tekrar yazdığından gülerek bahsetti. Armağan Hanım, o gece bizimle aynı masada değildi. Arkamdaki bir koltuğun köşesine yerleşmişti ama hep sohbetin orta yerindeydi. Fatih Bey'in sözlerinin içinde, kitabın yazılım sürecinde, kapak seçiminde varlığı hep kendini gösteriyordu. Son cümleleri usulca söyler gibiydi sanki. Varlığının ilişkilerine güç kattığını söylemek için çok yakınlarında olmaya gerek yok yani :)
Siyaset hayatımın uzağında. Kendime ait bir alan yaratmaya çalıştığım blogda da çokça yer vermiyorum bu konuya. Politika konuşmak beni mutsuz ediyor. Hayatın içinde aynı düşüncelere sahip olduğum birkaç insanla paylaşıyorum düşüncelerimi. Yaşadığım bu ülke için her şeyin güzelini hayal ediyorum. Çocukların daha mutlu olduğu, yarının ne getireceğini düşünmediğim bir geleceği umutla bekliyorum. Hayat, aslında bir duruştan ibaret. Yolu, kendimize ve etrafımızdakilere duyduğumuz saygıdan geçiyor. Fikirlerimize sahip çıkabildiklerimizden, kendi hayatımız yolundayken de hayatları çıkmazdakilerin dili olabilmekten.
Mesela ailemizin en büyüğü olan, eşimin 98 yaşındaki babaannesinin gerçekleri dile getiren diline, kızgınlığını dizginlemediği onu ayakta tutan öfkesine ve her şeyin bir gün düzeleceğine olan inancına sahip olmak isterdim. Her gün sadece sevdiği ve inandığı insanların yazdığı gazeteleri eve sokar. Sözlerini gerçek bulduğu insanların bulunduğu kanalları açıp, karşılarında oturur.
...ve konuşur onlarla.
"Aferin oğlum!" der. "İyi ki varsın. Allah uzun ömür versin sana."
O gece Fatih Portakal'ın yanına giderken, "Keşke babaannen gitseydi bugün bizim yerimize Fatih Portakal'ın karşısına."dedim Selçuk'a.
Tam da Fatih Portakal'ın istediği gibi en zor soruları sorardı ona, masanın etrafındaki benim gibi umudunu yitirmiş insanlar varsa umudunu yenilerdi.
Cumartesi gecesi çok iyi geldi bana. Gecenin sonunda yine sıcak bir el sıkışmayla Tavsiye Evi'nin sıcak ortamından ayrılırken burada olduğum için çok mutluydum. Dost sofrası gibiydi sofra. İnsanlık vardı. İyi ki gelmişim dedim arabada eve doğru yol alırken. İyi ki
Lalenin Bahçesi beni davet etmiş, iyi ki
Banu böyle bir işe girişmiş, iyi ki Fatih Portakal sohbetini esirgememiş bizden.
Etiketler: Aklımla Dalga Geçme, Aklımla Dalga Geçme'yi Konuştuk, Armağan Portakal, Banu'nun Dünyası, Fatih Portakal, Fatih Portakal yeni kitabı, Tavsiye Evi'nde Bir Gece, Timsal Karabekir