Viyana'da Geçen Filmler 💖
Geçen gece evde kimse yokken en sevdiğim filmlerden birini açıp ekranın başına kuruldum. Romantik filmleri seviyorum. Hele ki içinde şehirler varsa ve yol macerası barındırıyorsa.
Before Sunrise'da böyle başlıyor. Dido ve Aeneas Operası çalarken tıpkı operanın coşkuyla ilerleyen notaları gibi tren de rayların üzerinde hızla ilerliyor. Arkasında kilometrelerce demir yol, yeşillikler içinde küçük kasabalar, bir uçtan bir uca bağlanan köprüler ve yol boyunca geçilen her yere bırakılmış minik an parçaları bırakarak.
Bu filmi ve üçlemenin diğer filmlerini de onlarca kez izledim. En sevdiğim filmin Paris'te geçen ikinci film olduğunu da söylemeden geçmeyeyim. İnsan bunca kez her hayata inanmak istediğinde ya da her keyif anında bu filmlere dönüyorsa demek ki filmlerle arasında kurduğu bir bağlantı da vardır diye düşünüyorum. Bunca kez bu filmleri seyretmenin sonunda da şöyle bir yere varıyorum: Her şeyin ötesinde, varılan yoldan çok yol boyunca yaşananların hayatımızda iz bırakacağının altı çift çizgili mesajı. Elbette bu mesaj görmek isteyenlere.😀 Son zamanlarda hayatımın bana kattıklarını düşünür oldum. Geride bıraktıklarıma üzülmekten ziyade, yaşamın bana sunduğu kıymetli anların değerini bilmek için yapıyorum bunu. Büyük kayıpların bıraktığı derin üzüntülerin haricinde yaşamın üzülmek için çok da uzun olmadığının farkındayım artık. Elimizdeki olanaklar dahilinde hayatımızı güzel kılmak da sadece bizim elimizde.
Filmin kahramanları gibi ilk filmi seyrettiğimiz günden üçlemenin son filmine gelene dek tıpkı onlar gibi bizler de yaşlandık. Tazelik fışkıran gençlik yüzlerimiz giderek minik kırışıklıklarla kaplandı. Toz pembe hayaller daha gerçekçi isteklere bıraktı yerini. Gülmenin, yaşamı tatlandırmanın değerini anladık. Ve istemediğimiz şeyleri ifade etmeyi ve "Hayır!" demeyi öğrendik. (Konuşurken değil de yazarken kendimle birlikte tüm evreni de yazdıklarıma katıyorum görüldüğü üzere.😉 )
Julie Delpy ile Ethan Hawke'un o ilk gençlik hallerini, trenin içindeki tanışma anlarını, yemekli kompartımandaki masada konuşurken ki utangaç ama hevesli bakışlarını ve bir çılgınlık yaparak trenden birlikte inişlerini hatırlıyoruz değil mi? Hayatım boyunca hiç böyle bir şey yapmadım. Çoğunuz da yapmadı biliyorum. Belki de bu yüzden kayıp gençlik heyecanlarını izlemek çok keyifli geliyor. Film boyunca susmayan iki gence bayılıyorum çünkü konulmaları çok içten, çok gerçek.
Filmin sadece bir sinema filminden öte unutmayacağım bir şiirmiş gibi düşünüyorum. Bence tüm o sahneler, tüm o insani konuşmalar ve ötesindeki her şey çok şiirsi çünkü.
Richard Linklater, içinde uzun ama nefis diyaloglar olan filmlerin harika yönetmeni. Filmlerini seyretmeye devam😀
Salı sabahı uzun zamandır hasretini çektiğim, sevdiğim şehre gidiyorum. Gitmeden önce muhtemelen Before Sunset'i seyredip, dönüşümde Paris aşkımı da kelimelerin arasına sıkıştırıp filmin en sevdiğim yerlerini anlatırım size. Olur mu?
Etiketler: Before Sunrise, Before Üçlemesi, Ethan Hawke, Filmler ve Şehirler, Julie Delpy, Romantik Filmler, Sevdiğim Filmler, Viyana'da Geçen Filmler