Soğuk kış günleri yaklaşınca insan hep içini sıcak tutan tatilleri düşlüyor. Benim hayallerim genellikle gideceğim yerlerden çok, daha önce gittiğim yerlere dönük. Geçmişe bakmayı seviyorum. Dünde kalmış güzel anılarımı kucaklamak, onlara sahip çıkmak hoşuma gidiyor. Göğe uzanmaya çalışan upuzun ağaçların altında yapılmış yürüyüşler, ayaklarımın altında çıtırdayan yapraklar, çantada saklanmış bir termostan çıkarılıp paylaşılan çay, tereyağlı bisküviler hep gündüz düşlerimin baş tacı. Daha önce de birkaç kez söylemiştim zaten: Melankolik bir yapım var. Dönüp dolaşıp bir ağaç kütüğünün kenarında verilmiş kısa molaları anlatıyorum. Güzel anıları, güzel anları yaratmak çok kolay olsa da çoğumuz bunu yapmak için pek çaba sarf etmiyoruz. İnsanoğlunun yapısı bu belki de. Kim bilir? Günlük sıkıntılar içinde olduğumuz insandan başka birine dönüşüyor, savaşıyor, sinirleniyor ve çoğu zaman da yorgun düşüyoruz.
Sanırım unutulmayan anıları, seyahatleri, uzun yürüyüşleri ve dost sohbetlerini anlamlı kılan da bu zaten. Yollarda olmak bu sebepten güzel. Yola düşmezseniz hızla yol alan bir trenin penceresinden, zamanı yok soyarak bakma şansını kim verir insana? Her tren yolculuğumda zamana karşı durabildiğim, onu yok sayabildiğim bu ender anların keyfine varıyorum. Hızla akıp gidiyor dağlar, vadiler, akarsular penceremin önünden. Anne karnındaymış gibi güvende hissediyorum kendimi.
Bugün eve gidince bu yazdıklarımı aklıma getirerek biraz tek başıma kalacağım. Hangi kitabı okuyayım diye odanın içinde dolaşıp, alıp da etrafa serptiğim kitapları toplayacağım birer birer. Belki yarım bıraktığım nice kitabın içinden birini çeker alıp, kaybolduğum yeri bulmaya çalışırım. Belki de sadece tek sayfa bir metinin, her bir satırını renkli kalemle çizer, düşünürüm. Belki de telaşa kapıldıkça daha hızlı akıyor hayat. Yetişemiyorum dedikçe daha hızlı dönüyor dünya. Bugün, her şeye yetişmemin mümkün olmadığını kabul edeceğim öncelikle. Belki "Her şeye yetişmem mümkün değil!" cümlesini birkaç kere tekrar ederim duyabileceğim bir sesle. Bir de şu renkli yılbaşı ışıklarından birini alıp mutfaktaki mantar panomuzun üstüne asacağım. Gücüm yeterse üstüne yapıştırdığım hayallerden olanları toplar, yerine yenilerini asarım.
Bu sabah Kuzey'i okula yolladıktan sonra koşarak yatağa geri döndüm. Oysa uyanmıştım. Dışarıda daha aydınlanmamış ama ışımaya yaklaşmış bir gün vardı. Bahçeye çıkmakla çıkmamak arasında bocaladım durdum. Sonuçta sıcak yatak daha cazip geldi ve uyudum. Şimdi, öğleden sonraya erdiğim bu saatte, yarın bu şansı kendime versem mi diye düşünüyorum. Yeni bir sabah düşüncesi çok cazip geliyor. Her sabaha aynı inançla uyanıp sonra insanlardan umudu kesmek ne tuhaf! Ben de uzun zamandır bu düşünce var. Kendimi yorgun hissediyorum. Tekrar çocuk olmak, yeniden çocukluğun inanan, seven, yargılamayan kollarında dolaşmak güzel olurdu. Keşke, değil mi?
21 gün aksatmadan yazacağız diye hem kendimize, hem de dost bloglara meydan okuduğumuz bilmem kaçıncı günde hepimize çocuk kahkahası atabileceğimiz bir gün diler, saat18.30'daki pilates dersime doğru ufak ufak yol alırım sevgili dostlar. Bedensel aktitive insanı sahiden mutlu ediyor. Benden söylemesi :)
Etiketler: 21 günü yazmak, ah benim güzel gençliğim, Bloglarda Challenge Var, Bloglarda Şenlik var, dağ başını duman almış, sevdiğim bloglar, suya yazmak