Gün 4: Pazartesi, Babasının Kızı...

İki gecedir üst üste tuhaf rüyalar görüyorum. Pazar günü amcamlara kahvaltıya gideceğimizden dolayı mı bilmiyorum ama babamı rüyamda gördüm. O kadar uzun zamandır onu rüyamda görmüyordum ki rutin rüya buluşmalarımızdan farklı davrandık birbirimize.  Normalde mümkün olmayan bir durumun/mucizenin içinde olduğumun farkında olur ve onu gördüğüm için şükrederdim. Yani artık yanımda olmadığını ve onu rüyamda görmemin bir lütuf olduğunu her seferinde iliklerime kadar hisseder, gözlerinin içine daha fazla sığınmaya, sesinin tonuna bir kez da kıvrılmaya çalışırdım. Bu sefer öyle değildi. Artık aramızda olmadığının farkında değildim ve rüya boyunca hep ardı sıra yürüdüm. Artık nereye gidiyorsak. Göz göze gelmedik. Günlerimizi hatırlayıp buraya yazmaya ant içtiğimizden olsa gerek sabah uynadığımda aklımdaydı. Dün gece de yine anlam veremediğim bir rüyanın içinde gezindim, durdum. Bazı zamanlar çok gergin oluyorum. Nedenini bilmiyorum. Aslında benim yatmadan önce mutlaka dışarı çıkıp yürümem lazım. O zaman daha derin uykulara dalabilirim; zira üç dakika içinde derin bir uykuya dalan oğlumu kıskanıyor olmam doğal değil.


Ferrante'nin kitabını bitirdim. Rahatladım. O mevzu kapanmış oldu böylece. Şimdi Norveçli yazarın gençlik kitapları kategorisinde yazdığı Prof ve Pelle serisinin ilk kitabını okuyorum. Ben de genç sayılırım bence. Başkaları öyle düşünmüyorsa da bu onların sorunu. 😀 Cuma sabahı erkenden arkadaşlarımızla birlikte Paris'e gideceğimizi söylemiş miydim bilmiyorum. Kent sakinleri ve Fransız Hükümeti bilmese de Paris Fahri Gönül Elçisi sayılırım. Onlar hâlâ bana vize soruyor olsunlar. Umarım bir gün yaptıkları hatanın farkına varırlar. Durum şu ki, sorumluluk omuzlarımda. Arkadaşlarım için bir program hazırlamam lazım. Şimdilik aklımdakilerin dışında elimde somut bir şey yok. Dün akşam kitabımı okurken Selçuk usulca yanıma yaklaşıp, "Seni bu Paris planını yapmakta çok isteksiz görüyorum." diyene kadar herhangi bir stres belirtisi göstermemiştim. Elbette yapacak bir dolu şey var Paris'te. Programla ilgili somut bir adım atmamamın birkaç sebebi olabilir zannımca. 
1. O kadar uğraşıp her şeyi ince ince planladıktan sonra İngiltere-İrlanda planının dışında kalıp, bayram tatilini evde geçirmiş olmamız beni korkutuyor olabilir. Plansızlık iyidir diye düşünüyorum. Kendimi kadere teslim ettim. 
2. Paris'e gidiyoruz işte. Zaten şehri avcumuzun içi gibi biliyoruz. Çok lüks yerlerde yemek yemeyeceksek rezervasyonsuz da halledebiliriz yeme işini. Diğer gerçek de şu ki, minik restoranların hepsini toplam sekiz kişi olduğumuz için kafadan eledim. O dar mekanlarda çok gürültü çıkarır, Fransız garsonlarının ayıplayan bakışlarına maruz kalırız.

Nihayetinde hayat, biz planlar yaparken başımıza gelen şeylerdi, değil mi? Artık kısmetimizde ne varsa onu yaşayacağız. Mesela her sabah, işe gitmek durumunda olmadığım bir sabaha uyanacağımı düşünüyor ama yüzümü yıkadıktan hemen sonra tıpış tıpış işe geliyorum. Yine de bu hafta sonuna doğru tünelin ucunda bir ışık olduğu için de fazladan mutluyum. Saçlarımın diplerinin çıkması bile bu sevincimi gölgeleyemiyor. Hem bugün Kuzey'le yine koşuya çıkacağız. O koşacak, ben ardından sürüneceğim ama olsun. Yan yana olamasak da beraber bir aktivite yapmış olacağız. Anne-oğul olmak bunu gerektirir. Bu sabah bir arkadaşımla yine zamanın ne hızlı aktığından bahsettik. Her sonbaharda Starbucks'un balkabalıklı kahve ya da pie mevsimine geldik diye sevinirken senelerin nasıl da koştura koştura bize ardından baktırdığını fark edemiyoruz. Malum kahvecinin nefis tasarımlı kağıt bardaklarına sebep yıllarımı harcamak istemiyorum.

Merak edenler için tuhaf not: Bugün üstümde hep melankolik bir hâl vardı. Akşam Kuzey'in fen ödevlerine beraberce bakıp, mitoz-mayoz bölünme çalışmamız bilr üstümdeki havayı dağıtamadı. Ortaokuldaki Türkçe öğretmenim yazdıklarıma bakar, sonra da melankolik yazılarımda bahseder, imlâ hatalarımı düzeltir, hep yazmamı söylerdi. O bunları söylediğinde Passenger diye bir grup yoktu ve "The Boy Who Cried Wolf" isimli albümü çıkartmamıştı. Dinlemeyen varsa lütfen hemen Spotify'dan dinleyiniz. Geçmişe, güzel anılara, çayırlara çimenlere, demli çay kokularına, naif rüzgârlara kapılacağınızın garantisini veriyorum.

Bugün eve gideceğim ve bahçeye çıkıp elimden akıp giden zamanın farkına varacağım.
Size söz.
Sonra da...
Paris planı yapacağım.
Geç kalmış olabilirim ama herkes Paris'i sevsin, benim gözümle görsün istiyorum. Yarın size de anlatırım planlarımı.
Olur mu?

🍂

Etiketler: , , , , , , , , ,