Bu sabah kalktığımda dün yazdıklarım aklımdaydı. Yüzümde tuhaf bir gülümseme ile bir gece evvel döktürdüğüm incilere geri dönüp bakmamaya karar verdim. Zaten gün içinde de bloga dönüp de bakacak vaktim olmadı. Sadece iş yerinde her şeyi birbirine attığım öğlen öncesinde bir mola almaya karar verdim. Basket maçındaki oyuncular giib etrafımdakilere mola işareti verip herkesten dağılmasını rica ettim. O arada sevgili iş arkadaşlarım benim dalgınlığımdan ortaya çıkan karmaşıklığı gidermekle meşguldü. Ben de gidip kendime bir kupa dolusu kahve aldım ve bir gece önceden gelen yorumlara cevap yazmaya koyuldum. (Kahve içmeme sözü vermeme rağmen her gün itina ile kahve içmeye devam ediyorum.)

Bugün hesaplarla kitaplarla uğraşırkan eylül ayında tahsil edilmesi gereken çekleri bankaya vermediğimi fark ettim. Kaç gündür aklımı meşgul eden bir şey vardı da ne olduğunu bir türlü çıkaramıyordum. Bir anda jeton düştü ve ben kendime ağız dolusu hayret ettim. En son bu çaptaki unutkanlığımı Kuzey'e hamileyken yaşamıştım. Kendimi gittiğim yerde unutuyordum. Öyle bir unutkanlık hali hiç yaşamadım hayatım boyunca. Devamlı uyuyan hamilelerden olmayı tercih ederdim sorsalardı. Dokuz ay boyunca gittiğin her yerde uyumak. Kesik kesik uykularla cebelleştiğim son yıllardan sonra uykuya böyle değer veriyorum. Geçenlerde bir radyo programında sunucu Hüsnü Özyeğin'e sordu sağlığınızı neye borçlusunuz diye. Adamcağız çok ama çok uyumama borçluyum diye cevap verdi. Gözünü kapattığı yerde ve koşullar ne olursa olsun uyurmuş Hüsnü Özyeğin. Direksiyon başında içimi bir kıskançlık bürüdü. Uyumak ne büyük bir lütuf.
Uyku konusunu bir kenara bırakırsam, az önce anlattığım gibi dalgınlıkları yaşamamam gerekiyor. Bugün beni bu kadar ne dağıtabilir diye düşündüm. İş yoğunluğu, işi bırakmak istiyorum söylemleri, sabahları çok erken kalkmak, çok fazla şey düşünmek, işin stresi... Muhtemelen büyük çoğunluk benimle aynı durumdadır. O yüzden yakınmayacağım. Dır dır etmek yerine çözüm üretmeli, her konuyu canımı sıkacak kadar düşünmemeliyim.
VE en önemlisi geçenlerde koştura koştura bir kırtasiyeye gidip aldığım ajandamı efektif bir şekilde kullanmalıyım. Hayatım boyunca hep ajanda kullandım ve çok faydasını gördüm. Oraya yazdığım bir şeyi bir daha kafamda taşımama gerek kalmıyor. Düşünsel anlamda hafifliyor. Düşüncelerim (tıpkı listelemekte olduğu gibi) hizaya giriyor. Demek ki benim için yararlı olan bu yöntemi tekrar hayatıma geçirmeliyim. Ajandayı alıp da eve bırakınca olmuyor bu işler. İşte basit çözümüm bu. Bir de Omega 3 kullanayım diyorum.
Biliyorsunuz yarın Paris'e doğru yola düşüyoruz. Blog yazımı yazdıktan sonra telaşsızca yayıldığım koltuktan kalkacak, pembe bavulumu hazırlayacağım. Bugün Metro Market'e gidip, Seine kenarında içeriz diye plastik şampanya bardaklarından aldım. Türbüşonda yanıbaşında bardakların. Otele giderken alacağımız köpüklü şarabı da soğutmayı başarırsam hayal ettiğim gibi nehir kenarında şarabımızı içebileceğiz. Bendeki fantezilere de bakın. (Selçuk'un elbette bu yaptıklarımdan haberi yok.) Bir arkadaşım, "Aaa, yapıyor mu Fransızlar öyle şeyler?" dedi bu fantezimi anlatınca. "Tabii!" diye cevap verdim kendimde oldukça emin. "Tüm evsizler sokaklarda şarap içiyor." Durumu hep beraber göreceğiz elbette. Başımıza bir şey gelirse elbet haberiniz olur. (Dilimi tutamaz mutlaka anlatırım.)
Bu arada ben yalan söylerken gülerim. Evet! Daha yalan söylemeye başladığım anda beni bir gülme tutar. Selçuk hemen "Doğruyu söyle," der. Oysa o, iyi yalancıdır. 😀 Eskiden her söylediğine, -ilk evlendiğimiz yıllarda-, istisnasız inanırdım. Bir keresinde Taksim'de İstiklal Caddesinde yürürken org çalıp şarkı söyleyen kör vatandaşları gösterip Metin Şentürk de böyle şarkı söylüyordu, buradan meşhur oldu demişti de, ona bile inanmıştım. Ben anlamadıkça yalanlarını abartmaya başladı da o zaman aydım. Pek tabii ben sokaklardan ünlenen Edith Piaf'ı dinleyerek, Kaldırım Serçesini izleyerek büyümüşüm. Normal değil mi hayata bakışımın böyle ütopik olması?
Bu meydan okuma bana çok iyi geldi. Defterime yazacaklarımı buraya yazar oldum. Biraz fazla saçıldığımın farkındayım ama yapacak bir şey yok. Aranızda belki psikolog falan da vardır. Belli mi olur? Omega 3'ün yanına belki başka bir ilaç desteği tavsiye eder yorumlarda😀 (Ben yürümeye devam edeyim.) Şimdi cevaplayamadığım yorumlara bakıp onlara cevap yazmak üzere ayrılıyorum buradan. Bir bardak beyaz çayımı içip, sonra da kalkıp saçımı kurutacağım.
Uzun uzun düşünmem gereken konular var daha: Sahi yarın yanıma hangi kitabı alayım ben okumak için?
Etiketler: 21 günü yazmak, Blog Yazmayı Seviyorum, Her gün verilen sözler, Ortaya karışık blog, Paris'e gidiyorum, Yaratıcı Yazarlık