Gün #4 Hava nasıl olursa dışarı çık😀 Bak bakalım ne var sağında, solunda?
 |
Ya, evet! Yarasalar😎Öyle kafalar terste mutlu mutlu yaşıyorlar. |
Ezgicim, "Hava nasıl olursa olsun, sizin havanız güzel olsun. Bahane istemem çıkın dışarı yürüyün." demiş. Çok zor. Sahiden bunu yapmayı çok isterdim ama vücudum an itibariyle bunu yapacak durumda değil. Jetlag olmamakla uğraşıyorum. Muvaffak olamıyorum. An itibariyle saat 16.00 ve benim gözümden uyku damlıyor. Öncelikli hedefim akşam 8'e kadar dayanmak. Akşam televizyonda Meg Ryan'ın bir filmine denk geldim: French Kiss. Baktım Selçuk da benimle seyrediyor. Şaşırdım tabii. Genellikle çekik gözlülerin çektiği tüm kavgalı dövüşlü filmleri, Netflix'in yine kavgalı, dövüşlü, kafa koparmalı tüm dizilerini seyreder. Ama benim romantik komedilerimin yanına mecburiyet dışında uğramaz. Şaşırdım tabii.
"Aaa, sen benimle romantik bir komedi mi seyrediyorsun?" dedim.
"Kumandaya uzanacak halim yok." diye cevap verdi.
Sonra bir müddet sessiz sedasız filmi seyrettim. Yine çok sevdim ben bu kadını tabii. Ama sonra gözüm kapandı. Meg Ryan'ın vücudu yavaş yavaş gözümden silindi, alt yazılar kayboldu.
"Yatsak mı?" dedim Selçuk'a.
İkiletmeden ayaklandı. Kuzey'in odasına bir uğrayalım dedik ki, ne görelim? Oğlanın pireleri çoktan uçuşmaya başlamış. Nihayetinde odaya vardık. Yatak örtüsünü zorlukla yatağın üstünden çektim. Kocaman bir kalorifer böceği düştü yere. Uyku haliyle bağır çağır, Selçuk katil oldu geçenin o saatinde. (Katil olmak için geç bir saat, takriben 8.30 falan) Nereden geldi bu böcek şimdi derken suçu kayınvalideme attım. Bahçeye açılan oda kapısından şüphelendim. Uykusuzluk insanı ne hallere sokuyor bakın. (Bir yazı öncesinde kayınvalidemi övüyordum oysa ki.) Yani demem o ki, sabah kalkıp yürüyüş yapamadım. Akşam yaparım diye düşünmüştüm. Hem meydan okumanın ilk yazısını sabah 6'da uyandığım için yazmıştım. Şimdi ben biliyorum ki akşam eve gidince uykum gelecek benim. Mümkün değil uyurken yürüyüş yapamam. Yapsam da bir şey göremem zaten.😴 (Ama söz veriyorum hafta sonu hem kendime hem de mime karşı olan sorumluluğumu yerine getirecek ve yürüyüşe çıkacağım.)
O zaman genel bir şeyden bahsedeyim. Olur mu?
Yürürken eler gördüğümden, kafamdan neler geçtiğinden... Çünkü benim kafa hiç susmuyor. Yoga yaparken konuşuyor, meditasyon yapmaya çalışırken kendisine sorular soruyor, bir roman okurken kahramanıyla sohbet ediyor falan. Ben yürürken de ya kendimle kavga ediyorum ya da sohbet. Gün içinde yapmam gerekenleri düşünüyorum, geçmiş güzel günlere dönüyorum, hayaller kuruyorum ve eski şarkılar dinliyorum. Sonra biraz yürüdükten sonra bir şey oluyor. Huzur geliyor bana. Kulaklığı kulağımdan çıkarıyor, dıçarıdan gelen kuş seslerini dinliyorum. Yürüyüşlerim genellikle site içinde oluyorum. Buraya ilk taşındığımız zamanlarda kuş seslerinden durulmazdı. Şimdi her yanımız doldu. Araçlar her zamanki gibi çoğaldı. Banliyöde yaşıyoruz diye mutlu olduğum yer şehrin oynak köşelerinden biri oldu. Olsun! Ne yapalım? İstanbul'un kaderi diğer şehirlerle birleşmek 😀
Gün #5- Bana ilham veren şeyler 👯
 |
Fotoğraftaki yüzü görünmeyen bebe bizim yol arkadaşımızdı. En büyük ilham kaynağı. Ne geçiyor acaba aklından o an? |
Ben gaza gelen, hayattan Keyif alan, kendiyle uğraşan insanlardanım. Olmazsa, olmazlarım var. 😀 Yalnızlıktan sıkılmam, mutlaka yapacak bir şey bulurum. Çay demlerim hemen. Bahçeye çıkarım. Bir kitap alırım. Yüzümü güneş varsa güneşe, yağmur varsa yağmura dönerim. Bu sabah dışarda usul usul yağan bir yağmur var mesela.
Bana en çok ilham veren şeylerin başında seyahat geliyor.
Yaşadığım yerden uzak olmak (sorumluluklar, iş stresi, günlük stresler, ödenmesi gereken faturalar, okul vb) kendime dışardan bakabilmeme imkan veriyor. Bir hafiflik hissi ile doluyorum. Muhtemelen tüm seyahatlerim boyunca gün içinde hep yürüyor olmam da bu hissimi kuvvetlendiriyor. Bir kafenin camından dışarı bakarken bile mutluluk hücrelerimden yayılıyor. Her şeyi yapabilme gücümün içimde bir yerlerde saklı olduğunu düşünüyorum. Aklıma yazılacak bir sürü konu geliyor, kafamda dönüp duran (başlayıp başlayıp yarıda bırkatığım) o kitabın bölümleri birer birer önümde açılıyor. Dönünce yazacağımı düşünüyorum ama olmuyor. 😢 O yüzden seyahatler beni kendime getiren, inancımı tazeleyen şeylerin başında geliyor.
Spor yapan insanlar.
Sürekli spor yapmak, sporu hayatının bir parçası haline getirmek çok zor bir iş. Samimiyetle söylüyorum çok zor. Bir hevesle gittiğin spor salonunda beş dakikanın sonunda pes ediyorsun. Mesela ben her yoga dersinin beşinci dakikasında hep kendime aynı soruyu soruyorum: Burada ne işim var benim? Neden kendime bunu yapıp duruyorum?
Sonra ara veriyorum tabii. :) Seyahat oluyor, iş oluyor, evde yapılacak işlerim oluyor. Bahaneden çok ne var? O yüzden spor yapan insanlara tüm kalbimle söylüyorum imrenerek bakıyorum. Ne zor bir şeyi başardıklarını, başardıklarının altında azim, çok çalışma ve sabrın yattığını biliyorum. Yapamasam da spor yapan insanlar ilham veriyor bana. Sabahın köründe kalkıp da koşan bir insan nasıl olur da bir başkasını etkilemez? Genellikle ben bunu öğlen duyuyorum. Yemeğimi yemiş ve dinç oluyorum. Yarın ben de kalkıp yürüyüşe çıkacağım diyorum ama sabah oldu mu tüm o inançlı düşünceler yerini nefis bir uykuya bırakıyor. 😀
Kitaplardan sayfalar...
Sevdiğim yazarları okurken yazma istediği ile doluyorum. Söyleyecek çok sözüm, anlatacak çok kelamım varmış gibi. Kitaplar, okuma yazmayı söktüğümden beri en yakın arkadaşım. O yüzden en büyük ilham kaynağım, huzurum.
Etiketler: 28 Day Challenge, 28 Gün Meydan okuması, Neler Beni Mutlu Ediyor, Nelerden İlham alıyorum, Yol Hikayeleri